(Ehl-i Sünnet bazı alimlerin başka Ehl-i Sünnet alimler hakkındaki kimi isnatları bağlamında “Hangi Ehl-i Sünnet?” diyen okuyucu sorusunun cevabına devam ediyoruz. Satır ve paragrafların arasında yer alan parantez içi ifadeler, soru sahibi kardeşime internet üzerinden yazdığım cevaba burada yaptığım ilavelerdir.)
Sübutla ilgili ihtilafa gelince, birtakım haberî sıfatlar konusunda senedi zayıf bulunmuş ya da mana ile nakledilmiş rivayetleri bu sadette zikredebiliriz. Ehl-i Hadis’in bir kısmı bu rivayetlerin kabulü istikametinde tavır belirlerken, Ehl-i re’y genellikle bu türlü rivayetleri Kur’an’a, mütevatir/meşhur hadislere ve Sahabe tavrına aykırı bulduğu için tevil etme ya da zaafları sebebiyle itikada konu etmeme yoluna gitmiştir. (“Ehl-i Hadis–Ehl-i rey” ayrımının mutlak bir ayrışmayı ifade etmediğini, göreceli olduğunu daha önce birçok vesileyle ifade etmiştim. Elbette burada da aynı durum söz konusudur.)
Hakkında sarih delaletli herhangi bir nassın bulunmadığı hususlara örnek olarak ise kesb, istitaat, ehl-i fetretin akıbeti, Kelamullah’ın mahiyeti… gibi meseleler zikredilebilir.
Bu genel girişten sonra soruda zikrettiğiniz meselelere gelecek olursak; aynı sırayla şunları söyleyebilirim:
- “Maturidi mezhebi fesatta Mu’tezile’den aşağı değildir” sözü: Hemen belirteyim, burada bir yanlış çeviri var. Doğrusu, “Matüridriyye mezhebi, mefsedette Mu’tezile’den az değildir” şeklide olmalı. Mustafa Sabri Efendi merhum bu cümleyi, Muhammed Abduh’un Matüridî görüntüsü altında Eş’arîlere ağır sözler sarf etmesi üzerinde dururken kullanmıştır. Aduh, kulun fiilinin menşei ve mahiyeti ve fiilin meydana gelmesinde kulun kesbi ile Allah Teala’nın yaratması meselesi üzerinde durmaktadır. Mustafa Sabri Efendi de bu bağlamda Maüturidiyye mezhebinin, Mu’tezile’den daha çürük olduğunu isbat edeceğini söylemekte ve ifadeyi bu bağlamda kullanmaktadır.
Bu ifadenin, yukarıda, “hakkında sarih delaletli herhangi bir nassın bulunmadığı hususlar” cümlesinden olarak zikrettiğim ve hakkında Ehl-i Sünnet arasında ihtilaf bulunduğunu belirttiğim meseleler cümlesinden olduğunu gözden kaçırmamalıyız.
Bu meselede Maturidiyye’nin veya Eş’ariyye’nin mezhebinin çürük/tutarsız olduğunu söylemek ne söyleyeni, ne de kastedilen mezhebi Ehl-i Sünnet’in dışına çıkarır.
- İmam Ebû Hanîfe’yi “mürcii” olmakla itham eden sadece İmam el-Buhârî değildir. Ehl-i Hadis’in genelinde bu tavır görülmektedir. Sebebi de İmam Ebû Hanîfe’nin, büyük günah işleyen kimsenin küfre girdiğini söylememesi ve mürtekib-i kebire’nin cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceği tartışmasında, meseleyi Allah Teala’nın meşietine havale etmesidir. Yani İmam’a göre tevbesiz olarak ölen mürtekib-i kebire’yi (büyük günah işleyen kimseyi) Allah Teala dilerse bağışlar, cennetine koyar; dilerse bağışlamaz, cehennemde azaba duçar eder.
Ehl-i Hadis ise –yazının başında değindiğim “iman tarifi”ndeki ihtilafın bir neticesi olarak– amelin imandan bir cüz olduğunu, büyük günah işleyen veya amellerini aksatmış bulunan kimse tevbesiz öldüğü ve/veya bağışlanmadığı takdirde cehenneme gideceğini söylemiştir. (Ancak Ehl-i Hadis’ten hiç kimsenin, mürtekib-i kebire’ye “mürted” muamelesi yapılacağını, böyle kimselerin ebedi olarak cehennemde kalacağını söylemediğini burada hatırlamak gerekir. Dolayısıyla Ehl-i Hadis bu meselede sureta Mu’tezile ve Havaric ile paralel bir görüntü vermiş olsa da, meselenin aslında onlardan oldukça farklı düşünmüş, Ehl-i Sünnet çerçevenin dışına çıkmamıştır.)
Aslında kime “mürcii” deneceği konusunda ilk devirlerdeki belirsizlikten kaynaklanan bu ihtilaf, Ehl-i Hadis’in genel olarak Kûfe ekolü hakkında kullandığı bir itham malzemesi olarak işlev görmüştür.
Mürcie iki kısımdır
- Mürcie-i halisa: Kul bir kere iman ettikten sonra hiçbir günah ona zarar vermez ve ahirette azap görmesine sebep olmaz diyenler.
- Mürcie-i Sünne: Büyük günah işlese veya amelinde aksaklıklar olsa da mü’min kimsenin mutlaka cehennemlik olduğunu söylemeyip, Allah Teala dilerse böyle kimseleri bağışlar, dilerse onlara azap eder diyenler.
Bu anlamda İmam Ebû Hanîfe, hocaları, talebeleri ve genel olarak Hanefî/Maturîdîler mürcii olarak isimlendirilmiştir. Bu isimlendirme, “Ehl-i Sünnet mürciesi” anlamında ise doğrudur; “Mürcie-i halisa” anlamında ise doğru değildir. Kaldı ki Ehl-i Hadis içinde de Kûfe ekolü gibi inananlar vardır. Bu mesele hakkında detaylı bilgi için el-Leknevî’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl’ine (81-83; 352 vd.) mutlaka bakılmalıdır.
Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’yi mürcii olmakla itham edenler, İmam’ın o dönemde yaygın mürcie-i halisa’dan olduğu zannıyla bunu yapmışlardır. Daha İmam hayattayken bu ithamla karşılaşmış ve Osman el-Bettî’ye yazdığı mektupta (Risale) bu itham hakkındaki düşüncelerini dile getirmiştir.
İmam, yukarıda belirttiğim anlamda mürcii olduğunu (Mürcie-i Sünne’den olduğunu) kabul etmiş ve Sahabe’nin, hatta Peygamberler’in yolunun da aynı olduğunu söylemiştir. er-Risâle’nin okunmasını tavsiye ederim.
Devam edecek.
Milli Gazete – 11 Ocak 2009