Soru: 1. Hadis ve sünnet arasında fark var mıdır? “Kim ahir zamanda sünnetime ittiba ederse…” hadisi için “Buradaki sünnetten kasıt İslamiyet’tir diyorlar, doğru mudur?
- Cevşen sahih midir? Ehl-i Sünnet kanalıyla gelmemiş olması ve Buhari v.s. ehadis-i kütübiyede namevcut olması sıhhatine ilişilmesine sebep olmaktadır. Şii duası diyorlar. Zeynel Abidin hazretlerinden mervidir. Ama Zeynel Abidin r.a. Sünni değil mi? O zat Sünni ise bu hadiste Sünni kanalıyla bize intikal etmiş demektir. Neden Şii kanalı diyorlar. Ayrıca Cevşen sırlı hadislerden olamaz mı? Umuma teşmil edilmemiş ve hususi kalmış olamaz mı? Ebu Hureyre r.a. demiyor mu Resul a.s. dan bir kap dolusu ilim aldım. Her ailenin, devletin umuma açık işleri var olduğu gibi hususi işleri de vardır mutlaka. E İslamiyet ailesinin de böyle hususi işleri olamaz mı?
- Ehl-i keşif bir hadisin sahih olup olmadığını keşfen ifham eder mi?
Cevap:1. Hadis’le Sünnet arasında fark bulunup bulunmadığı meselesini, İslamî ilimler açısından ele aldığımızda ortaya şöyle bir manzara çıkar:Kısaca ifade edecek olursak Kelam alimleri bakımından Sünnet, “bid’at”in zıddıdır. Fıkıh alimleri bakımından Farz ve vacibin altında, müstehabın üstünde yer alan amelî bir kategoridir. Hadisçiler bakımından ise Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen kavil, fiil ve takririn müradifidir. Şu halde Hadisçiler’in yaklaşımı esas alındığında Sünnet ile Hadis arasında fark yoktur.Şüphesiz Sünnet’i bize nakleden en önemli vasıta Hadis’tir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir “peygamber” olarak –hatta bir “beşer” olarak– yaptığı ve söylediği ne varsa bize kadar Hadis kanalıyla gelmiştir.
Hadis’i görmezden gelerek Sünnet’e ulaşmak mümkün değildir. Soruda metninin bir kısmı zikredilen hadisin Sünnet’i anlattığını düşünmek de, bir bütün olarak İslam’ı anlattığını söylemek de yanlış olmaz. Zira Sünnet’siz bir İslam düşünülemez. Kur’an’ın Hz. Peygamber (s.a.v)’e yüklediği “beyan” görevi ve mü’minlere yüklediği “Peygamber’e ittiba/itaat” mükellefiyeti, Sünnet’in Din’deki merkezî konumunun altını çizmektedir. Şu halde söz konusu rivayetten ve benzerlerinden hareketle Sünnet’i ihmal tavrına yol açabilecek yorumlara tevessül etmek doğru değildir.2. Cevşen, Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt imamları kanalıyla rivayet edilmiş bir duadır.
“Cevşen-i Kebir” (Büyük Cevşen) ve “Cevşen-i Sağir” (Küçük Cevşen) diye iki farklı çeşidi vardır. Ancak “Cevşen” dendiğinde genellikle “Cevşen-i Kebir” anlaşılır.Cevşen, Şia’ya ait bazı ikincil kaynaklarda zikredilmiş olmakla birlikte, ne Ehl-i Sünnet’in Hadis musannefatında, ne de Şia’nin temel kaynağı durumundaki “Kütüb-i Erba’a”da yer alır. (Soruda geçen “ehadis-i kütübiye” tamlamasının, “kütüb-i hadisiyye” şeklinde olması gerekiyor.) Muhtevasının güzelliği ve ifadelerinin akıcılığı sebebiyle olmalıdır ki, ülkemizde de bazı çevreler tarafından benimsenip okunur hale gelmiştir. Özellikle Ahmed Ziyâuddîn Gümüşhânevî merhumun Mecmû’atu’l-Ahzâb’ında yer almasının bunda büyük payı vardır.
Cevşen’i benimseyip okumak için, faziletleri ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e Cebrail (a.s) tarafından öğretilmesi konusunda Şii kaynaklarda nakledilmiş bulunan rivayetlerin doğru olduğuna inanmak gerekmez. Metnine hakim olan çarpıcı güzellik dolayısıyla bu “dua”yı benimseyip okumak başka şeydir, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayetinin sahih olduğunu söylemek daha başka bir şeydir. Cevşen rivayetinin Ehl-i Beyt imamlarına isnad edilmesi, onun rivayeten sahih olması anlamına gelmez. Burada belirleyici olan, onu bu imamlardan aktaran ravilerin durumudur…Cevşen’in “sırlı hadisler”den olması hususuna gelince, böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değildir.
Bu babda Ebû Hureyre (r.a)’den nakledilen (soruda geçen “bir kap” ifadesi hatalıdır; doğrusu “iki kap” olacak) söz esas kabul edilecek olursa, halk arasında “hadis” diye dolaşan sözlerin tümünün Efendimiz (s.a.v)’e nisbetine zemin hazırlanmış olur. Oysa O’na söylemediği şeyleri isnad etmenin korkunç akıbeti yine O’nun ihbarı ile malumdur.Üstelik Ebû Hureyre (r.a), Efendimiz (s.a.v)’den aldığı “iki kap” ilimden birini açıkladığını, diğerini ise açıklamasının mümkün olmadığını söylemiştir.
Açıklamadığı halde bu “ikinci kap”ta nelerin mevcut olduğunu nereden bilebiliriz? Şarihler bu konuda muhtelif görüşler ileri sürmüş iseler de, ağırlık kazanan görüş, Ebû Hureyre (r.a)’ın açıklamadığı bu kısmın, ileride çıkacak fitne ve kargaşalara müteallik olabileceğidir…3. Hadis tashihinde Ehl-i keşf’in keşfine itibar edilmeyeceği konusunda 8 Temmuz tarihli yazıda bilgi vermiştim. Bu konu hakkında merhum Abdülfettâh Ebû Gudde’nin güzel bir izahatı için Ali el-Karî’nin el-Masnû’una yazdığı notlara (215 vd.; 273) bakılabilir.
Not: 6.11.2004 günü (bugün) öğleden sonra Sultanahmet fuarında Kayıhan yayınevinin standındayım. Görüşmek dileğiyle…
Milli Gazete – 6 Kasım 2004