Bir önceki yazıda yer verdiğim iki maddelik okuyucu sorusunun –önemine binaen– ikinci maddesinin cevabı ile başlayalım:
Hatırlanacağı gibi okuyucum, mana ile rivayetin caiz olduğunu ifade eden rivayetlerin sahih olup olmadığını soruyordu. Soruda el-Cûzekânî ve İbnu’l-Cevzî‘nin, konuyla ilgili iki rivayeti –ki merfu hadis olarak nakledilen başka rivayetler de mevcuttur– uydurma olduğunu söylediği nakledilmişti.
İbnu’l-Cevzî‘nin el-Mevdû’âtu’l-Kübrâ‘sında ve el-İlelu’l-Mütenâhiye‘sinde bu rivayeti bulamadım. Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî‘nin, mana ile rivayete müsaade edildiğini bildiren hadisi hangi gerekçeyle uydurma saydığını bilmiyorum. (Aşağıda İbn Hacer‘den konuyla ilgili olarak nakledeceğim malumatı hariç tutarsak, İbnu’l-Cevzî‘nin başka gerekçe öne sürüp sürmediğini tahkik için, bu meseleye hangi eserinin neresinde yer verdiğini bilenlerin beni haberdar etmesini istirham ediyorum.)
el-Cûzekânî ise Kitâbu’l-Ebâtîl ve’l-Menâkîr‘de (59-60) bahse konu rivayeti bir tarikten sevk ettikten sonra “Batıldır, isnadında ızdırab vardır” demiş, bir başka tarikten daha aktardıktan sonra da “İbn Mende‘nin –seneddeki– Süleym b. Ükeyme el-Leysî‘nin meçhul bir ravi olduğunu söylediğini kaydetmiştir.
İbn Hacer, el-İsâbe‘de bildiğim kadarıyla iki yerde bu rivayete değinir. İlkinde (Süleym b. Ükeyme el-Leysî‘nin tercemesinde, III, 166-7) İbnu’l-Cevzî‘nin el-Velîd b. Seleme‘yi bu rivayet sebebiyle itham ettiğini, ancak durumun onun iddia ettiği gibi olmadığını söyler. Ardından da İbn Mende‘nin bahse konu rivayeti naklettiği iki farklı tariki zikreder.
İkinci yerde ise, (Muhammed b. Abdillah b. Süleyman b. Ükeyme‘nin tercemesinde, VI, 341-2) mezkûr rivayeti –İbn Kânı’dan– aktardıktan sonra, senedindeki Ömer b. İbrahim‘in hadis uyduran birisi olarak zikredildiğini söyler. B:u zat kanalıyla zikredilen söz konusu rivayetin senedinde ızdırap bulunduğunu ortaya koyduktan sonra, senedin aslının nasıl olması gerektiği konusunda kendi kanaatini belirtir ve başka bir şey söylemez.
el-Hatîbu’l-Bağdâdî, el-Kifâye‘de (234-5) mana ile rivayete cevaz veren birkaç rivayet zikretmiştir ki, aralarında, yukarıda söz konusu edilenler dışında farklı metinler de vardır.
Öte yandan bu meseleye değinen eserlerde (mesela bkz. el-Irâkî, Fethu’l-Muğîs, 261) söz konusu rivayeti “merfu hadis” olarak zikredip de hakkında herhangi bir şey söylemeyen ulemanın bu tutumunun bir anlamı olmalıdır diye düşünüyorum.
Mana ile rivayet konusunu en geniş şekilde işleyenlerden biri, Tâhir el-Cezâirî‘dir. Tevcîhu’n-Nazar‘da (II, 671 vd.), konuyla ilgili olarak mütekaddimun ve müteahhirundan bolca nakillerin bulunduğu “Yedinci Fasıl”ın gözden geçirilmesinde fayda var.
Gerek mezkûr eserde, gerekse konuyu işleyen diğer Usul-i Hadis kaynaklarında mana ile rivayete –bilinen şartlar dahilinde– cevaz verenlerin “çoğunluğu” teşkil ettiği belirtildiğine göre (mesela bkz. Ali el-Karî, Şerhu Şerhi’n-Nuhbe, 497 vd.) bu meselenin aklî delilleri ve vakıadan gerekçeleri yanında, naklî delillerinin de bulunması gerektiği sonucuna varmak yanlış olmasa gerek.
Gerek el-Cûzekânî‘nin, gerekse İbnu’l-Cevzî‘nin, hadislere “mevzu” hükmü verirken gevşek davranan kimseler olarak bilindiği vakıasını da göz önünde tutarsak, mana ile rivayete cevaz veren hadislerin tümünün uydurma olduğunu söylemenin çok doğru bir davranış olmadığı sonucuna varmamız kolaylaşır.
Hadislerin mana ile rivayeti denince ne anlaşılmalıdır? Buna cevaz veren ulama, kelimelerin anlamlarında herhangi bir kaymaya meydan vermeyecek tarzda eşanlamlı kelimelerin birbiri yerine kullanılması, hadisin orijinal ifadesinin açıklık-kapalılık durumuna dikkat edilip, bu noktada herhangi bir tasarrufta bulunulmaması, manayı aktarırken orijinal ifadede artırma veya eksiltme yapılmaması… gibi hususlara dikkat çekmiştir.
Burada bahse konu edilmesi gereken bir diğer boyut da, mana ile rivayetin muhtelif ilim dallarına yansımalarıdır. Fıkhî ihtilafların önemlice bir bölümünün bu noktadan kaynaklandığı malumdur. Ancak bundan daha önemlisi, itikadî sahaya taalluk eden kimi rivayetlerin Ümmet’in yüzyıllarına damgasını vuran ve halen devam etmekte olan bir ayrışmaya kaynaklık etmiş olmasıdır. Bilhassa müteşabihat alanına giren hususlarda bu rivayetlerin oluşturduğu yıkıcı etkiyi zaman zaman bu köşede örnekleriyle dile getirmeye çalışıyorum. Sıfatullah ile ilgili meseleler konuşulurken mana ile rivayet vakıasının mutlak surette göz önünde bulundurulması gerekmektedir…
Bir sonraki yazıda es-Sehâvî‘nin konuyla ilgili tutumunu netleştirmeye çalışalım.
Milli Gazete- 26 Ekim 2004