Soru: “Ebul Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, “Sıkıştığınız zaman benden yardım isteyin” buyurur. Eşkıya talebeleri yakalar. Allahü Teâlâ’ya duâ ederlerse de, kurtulamazlar. Bir talebe “Ya Ebel Hasan imdat” der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, “Biz Allah’tan yardım istedik, kurtulamadık. Fakat şu arkadaş, sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?” derler. O da “Allahü Teâlâ günahkârların duâsını kabul etmez. Bu talebe, benden yardım isteyince, onun duâsını Allahü Teâlâ bana duyurdu. Ben de, “Ya Rabbi imdat diyen talebemi kurtar” diye duâ ettim. Allahü Teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, duâ ettim. Kurtaran Rabbimizdi” diye cevap verir. (T. Evliya)
“Sualim şu olacak: Ervah-ı veliden istimdad caiz midir? Gerek diri, gerek mevta olsun. Buna şirk diyenler vardır. Şirk midir? Ehl-i Sünnet itikadında sahih olanı hangisidir?.. Her şeyi halkedenin ve her şeyi verenin Allah olduğuna itikat etmek şartıyla, o velinin tasarruf gücünü de Allah’tan aldığını ve o dilemezse kimsenin yardım edemeyeceğini kabul ettikten sonra, dar zamanında bir veliden istimdad etmek caiz midir?
Cevap: Ebu’l-Hasan el-Harakânî ile ilgili olarak soruda zikredilen menkıbe Ferîdüddîn el-Attâr‘ın “Tezkiretu’l-Evliyâ“sında geçmektedir. Burada böyle bir olayın vuku bulup bulmadığının tahkiki üzerinde durmayacağım. Zira meselenin bu özel olaya mahsus olmadığını ayrıca belirtmeye gerek yok…
Bu mesele “tevessül“, “istimdat“, “istiğâse“, “isti’âne“… gibi tabirlerle ifade edilir. Her ne kadar bu tabirler arasında kimi nüanslar var ise de, genel olarak hepsinin “salih bir ameli veya ölü ya da diri salih bir kimseyi aracı kılarak Allah Teala’dan bir haceti isteme”yi anlattığını söylemek yanlış olmaz. Bu tabirlerle anlatılan fiil, sadece salih kişi veya amellerle değil, Esma-i Hüsna ve melekler ile de yapılır.
Allah Teala’dan bir “aracı” vasıtasıyla bir şey istemenin caiz/meşru olup olmadığı konusundaki tartışmaların, genel olarak İbn Teymiyye ile birlikte başladığını söylemek mümkündür. Ondan önce, özellikle de ilk nesillerde bu meselenin münakaşa konusu yapıldığına dair herhangi bir bilgiye sahip değilim. Bunun belki de tek istisnası İzzuddîn b. Abdisselâm‘dır…
Konuyla ilgili farklı bakış açıları, özel kitap veya risalelerde ortaya konmuş ve bu mesele etrafında hatırı sayılır bir bibliyografya oluşmuştur. İbn Teymiyye‘nin “Mecmû’u’l-Fetâvâ“daki muhtelif fetvaları yanında “Kâ’ide Celîle fi’t-Tevessül ve’l-Vesîle“si, Zâhid el-Kevserî‘nin “İrğâmu’l-Merîd” ve “Mahku’t-Tekavvül“ü, İsmail Çetin hocanın (Yüce Allah‘tan kendisine acil şifalar diliyorum) “Mesâf“ı, Nâsıruddîn el-Albânî‘nin “et-Tevessül“ü, Mahmud Sa’îd Memdûh‘un “Ref’u’l-Minâre“si, Musa Muhammed Ali‘nin “Hakîkatu’t-Tevessül ve’l-Vesîle“si ve Muhammed Alevî el-Mâlikî‘nin “Mefâhim“i ilk akla gelenler. es-Sübkî‘nin “Şifâu’s-Sekâm“ı ile eş-Şevkânî‘nin “ed-Dürrü’n-Nadîd“i de konuyla ilgili eserlerdendir.
Halen tartışılmakta olan bu mesele hakkında İslam aleminde muhtelif dergilerde neşredilen makalelerin yanı sıra, ülkemizde de “tevessül” başlığı altında Prof. Dr. Zekeriya Güler (“İlam” dergisi, II/1, 83) ve Mehmet Necmettin Bardakçı‘ya ait (“Tasavvuf” dergisi, I/2, 33) iki ilmî makale kaleme alındı…
İbn Teymiyye çizgisini izleyenlerin, “karşı taraf”ı ağır bir biçimde suçladığı ve “şirk” ithamına kadar vardırdığı “tevessül“, “isti’âne” vb. konusunda sahih rivayetler bulunduğu kesindir. Ümmet de Selef‘ten halefe bu rivayetler doğrultusunda amel edegelmiştir.
Bir noktayı daha vurgulayalım: Meseleyi Ehl-i Tasavvuf‘a mahsus bir uygulama olarak değil, sahih rivayetlerin gereği olarak görmek daha doğrudur. Unutmayalım ki Efendimiz (s.a.v) terk-i dünya ettikten sonra kendisinden istimdad eden veya O’ndan kalan eşya ile teberrükte bulunan Hadis İmamları mevcuttur.
Burada konunun detaylı tartışmasına girmektense tevessül vb.’nin meşruiyeti konusunda genel bir çerçeve çizmeyi tercih edeceğim. Konuyu şu zeminde ele almakta fayda var:
- Bu bir dua çeşididir. Burada asıl teveccüh edilen merci Yüce Allah‘tır. Kendisiyle tevessülde bulunulan kişi, amel vs. ise sadece Allah Teala tarafından sevildiği için vesile kılınmaktadır.
- Vesile kılınan kişi, amel vs.’nin kendi başına fayda veya zarar verecek kudrette olduğuna inanmak şirktir. Fayda da zarar da Allah Teala‘dandır.
- Tevessül, isti’âne vb., dinin bir emri olmayıp, sadece yapılması caiz/meşru olan hususlardandır.
Meseleye bu zeminde bakıldığında ihtilaf dairesinin sanıldığı kadar geniş olmadığı görülecektir.
Milli Gazete- 5 Ekim 2004