Velinin, kızı, onayını almadan evlendirebileceğini öngören Malikî mezhebinin, bu görüşü mutlak olarak değil, bazı kayıtlarla benimsediğini gösteren nakillerden sonra Şafiî mezhebinin görüşüne geçebiliriz:
Şafiî mezhebine göre eğer veli kızın babası ise ve kızın yaşı küçükse, baba, onayını almadan kızını evlendirebilir. Babanın olmadığı durumlarda dede de bu hükümde baba gibidir.
Kızın yaşının büyük olması durumunda ise baba –veya onun makamına kaim olan– dede, yine rızasını alması gerekmeksizin kızı evlendirebilir. Ancak “Bekâr kızın babası (kızını evlendirirken) kendisiyle istişare eder” hadisi doğrultusunda velinin, mükellef (teklife muhatap olacak çağa/duruma gelmiş) kızı evlendirirken onun iznini alması müstehaptır.[1]el-Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, IX, 52; el-Mevsû’atu’l-Fıkhiyye, XL, 263.
Hanbelîler’e gelince, büluğ çağındaki bekâr kız evlendirilirken izninin alınması ve kendisiyle istişare edilmesi “vacip” değil “müstehap”tır. “Dul kadın, kendisi hakkında (evliliğe karar verme hususunda) velisinden daha fazla söz sahibidir. Bekâr kızın evliliği hususunda ise iznine başvurulur. Onun izni sükût etmesidir” hadisini esas alan Hanbelîler, burada iki tür kadının zikredildiğini ve bunlardan sadece birisinin (dul kadının) kendisi hakkında karar vereceğinin tasrih buyurulduğunu söyleyerek, diğerinin (bekâr kızın) “babası tarafından” evlendirilebileceğini, iznini/onayını almanın şart olmadığını söyler.[2]el-Mevsû’atu’l-Fıkhiyye, XL, 265. Şafiîler’in de yukarıda zikrettiğim hükümde bu hadisi delil aldıklarını (daha doğrusu delil aldıkları rivayetlerden birisinin bu olduğunu) ve bu rivayetten Hanbelîler’le aynı doğrultuda istinbatta bulunduklarını belirtelim.
Ancak İmam Ahmed’den, yaşı büyük kızın, onayı alınmadan evlendirilemeyeceği görüşünde olduğu da nakledilmiştir.[3]İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 399.
Burada önemli bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor: Hanbelîler, bekâr kızın/kadının velisi tarafından evlendirilmesi meselesini münhasıran velinin kızın babası olması durumunda caiz görmüştür. Eğer veli kızın babası değilse –isterse dedesi olsun–, kız küçük olsun büyük olsun rızasını almadan evlendiremez.[4]İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 402. Yukarıda da gördüğümüz gibi Şafiîler ise bu hükümde dedenin de baba gibi olduğunu söylemiş, dede dışındaki veliler hakkında ise bu cevazı/yetkiyi tanımamışlardır.
Yine gerek Şafiîler gerekse Hanbelîler, velinin kızı dengi olmayan birisiyle evlendirmesi durumunda bu nikâhın geçersiz olduğu görüşünü benimsemiştir.[5]el-Muğnî, IX, 400.
Bu bahsi kapatırken belirtmemiz gereken son derece önemli bir husus var: “Değişim” olgusunun bir kasırga gibi hayatımızı gün be gün alt-üst ettiği bir zaman diliminde belki de kendisini en yoğun şekilde hissettiren olgu “kuşak çatışması”dır. Sadece ebeveynlerle çocuklar arasında değil, biri diğerinden birkaç yaş büyük olan kardeşler arasında da yaşıyoruz bu çatışmayı. Bir de “özgürlük” olgusunun alabildiğine köpürtüldüğü bir dünyada yaşadığımızı hesaba katarak düşünürsek, babanın/velinin kendisi hakkında “en hayırlı” kararı vereceği düşüncesinden hareket eden genç kız bulmak neredeyse imkânsızdır.
Mezheplerin yukarıdaki hükümlerini, böyle bir ortamı baz alarak değerlendirmek elbette temelden yanlıştır. Bu hükümleri, çocukları korumak, onlara güzel bir evlilik temin etmek ve bin bir sıkıntıyla yaşanıp edinilmiş tecrübeleri bir daha yaşatmamak gibi “hikmet”lere dayandığını söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.
İlgili hükümler söz konusu olduğunda ilk dikkat çeken hususlardan birisi, “yaşı küçük kız” olgusudur. Anne-babasının gözetiminde mutlaka kendileriyle denk birisiyle evlendirilmesi söz konusu olan bu kategorideki kızlar, cinsel bakımdan evlilik için yeterli olgunluğa eriştikleri halde, henüz hayatları hakkında önemli kararlar alacak tecrübe ve birikime sahip değillerdir. Dolayısıyla burada baba onlar adına devreye girmekte ve onlar adına verilebilecek en yerinde/isabetli kararı vererek hayırlı bir hayata ilk adımları atmalarına vesile teşkil etmektedir.
Günümüzde bu mesele bağlamında yapılan en büyük hatalardan birisi, bu meseleyi “tek başına” ele almak olarak tesbit edilebilir. Oysa hayat bir bütündür. Aile yapısı, ebeveynin çocuklarla ilişkileri, toplumsal anlayış, evliliğe yüklenen anlam… vb. birçok boyut, fotoğrafın tamamı dikkate alındığında ancak anlamlı bir yere oturmaktadır. Meseleye böyle bakıldığında, insan için ve dolayısıyla evlilik çağına –ki “büluğ çağıdır– gelmiş kız ve erkekler için, evli olmamaktan dolayı işlenen bir günah, elbette “özgürlükler” meselesiyle kıyas kabul etmeyecek kadar büyük bir cürümdür. Bu şuurdaki bir insana “Özgür olup günah işlemeyi mi, özgürlüğünden fedakârlık edip Allah rızası doğrultusunda bir hayatı mı tercih edersin?” gibi bir soru sorulduğunda, elbette ikincisini seçecektir.
Ancak her şeyin alt-üst olduğu bir zaman diliminde bu “hikmet”in, yerini “özgürlük kısıtlaması” ve “baskı” söylemine bırakmasına şaşmamak gerek. Elbette “kötü örnek”leri de unutmayalım.
Milli Gazete – 25 Ekim 2009