Soru: 1. Davud-u Zahiri ve İbn-i Hazm Ehli Sünnet midirler, Zahiri mezhebi firak-i dalleden midir?
- Eimme-i isna aşeriye denilen zatlar şii midirler, yoksa Ehl-i Sünnet midirler?
Cevap.1: “Ehl-i Sünnet” tabiri, temel olarak “itikadî” meselelerdeki bir tavrı ifade eder. Bu, Sahabe‘nin (Allah hepsinden razı olsun) Efendimiz (s.a.v)’den ahz eylediği ve üzerinde bulunduğu yoldur ki, ilkeleri Akaid kitaplarında detaylarıyla belirtilmiştir.
Elbette bu itikadî tercihin Fıkıh ve diğer sahalara da izdüşümleri olmuştur. İtikadî çizgi olarak Ehl-i Sünnet‘i benimseyenler, Edille-i Şer’iyye arasında “aslî deliller” dediğimiz Kur’an ve Sünnet üzerinde müttefiktir. Tali delillerden (buradaki “tali” kelimesi, ilk ikisi gibi müstakil olmayıp, onlara bağımlılığı ifade eder) İcma üzerindeki ittifak da buna dahildir.
Usul-i Fıkıh kitaplarında Edille-i Şer’iyye‘nin delalet vecihleri detaylı olarak açıklanmıştır. Bu vecihlerin, bu deliller konusundaki itikadî kabuller üzerine ibtina ettiği açıktır. Söz gelimi Usul-i Fıkıh‘ta Sünnet‘le istidlal tarzlarının enine boyuna izah edilmesinin altında, Sünnet‘in bağlayıcılığı anlayışı yatar ki, bu, Sünnet‘in itikadî sahadaki belirleyiciliğinin kabulünün doğal bir uzantısıdır.
Şu halde yukarıdaki soruya cevap olarak şunu söylemeliyiz: Dâvûd ez-Zâhirî ve İbn Hazm, itikadî ilkeler konusunda ana gövdeden ayrılmadığı için Ehl-i Sünnet olarak kabul edilmelidir. Onların Kıyas konusundaki olumsuz tavrı neyse, bir kısım Ehl-i Hadis‘in tavrı da aşağı yukarı odur. Buna karşılık Kıyas‘ı bir Şer’î delil olarak benimseyen nice gruplar vardır ki, itikadî sahada Ehl-i Sünnet‘e taban tabana zıttır.
Esasen Edille-i Şer’iyye sıralamasında ilk üç delilden sonra aşağıya doğru inildikçe varlığı müşahede edilen görüş ayrılıkları Zahiriyye mezhebine mahsus değildir. İmam Mâlik‘in Ehl-i Medine’nin İcma’ı ve İmam eş-Şâfi’î‘nin İstihsan konusundaki muhalif tutumu bu söylediğimin bariz örnekleridir.
Kısacası herhangi bir kişi veya grubun Ehl-i Sünnet olup olmadığını anlamanın yolu, Usul-i Fıkh‘ına değil, Akaid‘ine bakmaktır.
Cevap.2: Eimme-i İsnâ Aşer, Şia‘nın “masum imamlar” silsilesini oluşturan 12 İmam‘dır. Bu imamlar arasında, fırkalaşmanın zuhur ettiği dönemde yaşamış olanların Ehl-i Sünnet‘in temel itikadî kabullerine aykırı bir görüşü benimsediği yolunda herhangi bir bilginin Sünnî kaynaklarda yer aldığından haberdar değilim.
Sünnî kaynaklar ve alimler onların tamamını –tabii ki başta Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Allah hepsinden razı olsun) olmak üzere– fazilet, üstünlük, ilim, takva ve nesep şerefi ile anmıştır, anmaktadır. (Örnek olarak ez-Zehebî‘nin “Siyeru A’lami’n-Nübelâ“sına bakılabilir.)
Bununla birlikte Sünnî kaynaklar, bu imamlardan herhangi birinden, kendisinin veya mensubu bulunduğu pak silsilenin “ismet”inden bahsettiği, ya da Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer (r.anhuma)’dan teberi ettiği yolunda herhangi bir bilgi vermez.
Burada bir örnek olması kabilinden şu olayı zikredebiliriz: Sâlim b. Ebî Hafsa şöyle demiştir: “Ebû Ca’fer (Hz. Hüseyin (r.a)’in torunu Muhammed el-Bâkır) ve oğlu Ca’fer‘e (Ca’fer es-Sâdık), Ebû Bekr ve Ömer hakkında ne düşündüğünü sordum; şöyle dediler: “Ey Sâlim! O ikisini sev; onların düşmanlarındansa uzaklaş! Zira onlar hidayet imamları idiler.” (İbn Asâkir, “Târîhu Dimaşk“, LIV, 285; el-Mizzî, “Tehzîbu’l-Kemâl“, V, 80; ez-Zehebî, “Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ“, IV, 402.)
Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta var: Rivayette soruyu sorduğu nakledilen kişi bir Şii‘dir. Keza bu rivayeti ondan nakleden Muhammed b. Fudayl da Şii‘dir.
Öte yandan –İmam Ebû Hanîfe ile Muhammed el-Bâkır veya Ca’fer es-Sâdık arasında olduğu gibi– Sünnî imamlar ile Ehl-i Beyt arasında, birincilerin ikincilere hürmeti temelinde sıcak ilişkiler bulunduğunu biliyoruz. İtikadî sahada aralarında herhangi bir ihtilaf bulunsaydı, elbette böyle bir ilişki söz konusu olmazdı.
29 Mayıs tarihli yazıda da kaydettiğim gibi 12. imam olarak kabul edilen Muhammed el-Mehdî, Ehl-i Sünnet‘e göre ya hiç doğmamış ya da küçük yaşta ölmüştür. Babasının mirasının 7 yıl bekledikten sonra kardeşi (Ca’fer b. Ali) tarafından alınması, Hasan b. Ali el-Askerî‘nin Muhammed el-Mehdî adında bir çocuğunun dünyaya geldiği iddiasını boşa çıkarmaktadır.
Milli Gazete – 5 Ağustos 2004