Soru.1: Ehl-i sünneti hassa ve ehl-i sünneti amme tabirleri geçiyor. Bunlar ne demektir? Ehl-i Sünnet tek itikad değil midir? Ehl-i Sünnet de mi ikiye inkısam etmiştir?
- Bazı kütüb-ü diniyyede “Ehl-i Sünnet’in Eş’ari ve Maturidi namında iki mezhebi vardır demek yanlıştır O zaman Ehl-i Sünnet mezhebi bölünmüş demektir. Oysa ki Ehl-i Sünnet tek itikat mezhebidir. Eş’ari ve Maturidi’ye gelince, bunlar Ehl-i Sünnet mezhebinin iki imamıdır. Yoksa Eş’ari ve Maturidi mezhepleri diye ayırmak hatadır. Böyle mezhepler yoktur. Mezhep tektir. Lakin Ehl-i Sünnet mezhebinin iki imamı mevcuttur. Aksi yanlıştır” deniyor. Bu sözler doğrumudur?
Cevap.1: “Ehl-i Sünnet-i hâssa” tabiri, Selef‘i, “Ehl-i Sünnet-i âmme” ise Müteahhirun’u (sonra gelen ulemayı) anlatır. Bilindiği gibi Ehl-i Sünnet, fırkalaşmanın baş gösterdiği dönemde ortaya çıkmış, “fırkalardan bir fırka” değildir. O başından beri vardır.
Sahabe‘nin Efendimiz (s.a.v)’den aldığı “Din” bütünü içinde ahkâm, adap vs. yanında hiç şüphesiz en başta itikad vardı. Efendimiz (s.a.v), “Din’in tebliğ ve beyanı” sadedinde inanılması gereken hususları da mufassalan Ümmet‘e tebliğ etmiştir.
Sahabe, Efendimiz (s.a.v)’den aldığı bu Din‘i, itikadıyla, ahkâm ve adabıyla yine bir bütün olarak kendisinden sonraki kuşağa aktarmıştır. İtikadî fırkalaşma hadisesi henüz ortaya çıkmadığı ve kendisini İslam‘a nisbet eden birden fazla cereyan bulunmadığı için, sözünü ettiğim “bütün” içindeki itikadî umdelere de ayrı bir isim verilmemişti.
Bilahare itikadî fırkalar ortaya çıkmaya ve her biri kendi baskın karakterini anlatan isimler almaya başlayınca, yukarıdan beri sözünü ettiğim o “ana damar” da kendisini tam yerinde bir tabirle Ehlu’s-Sünne ve’l-Cemâ’a” (Sünnet ve Cemaat ehli) olarak ifade etti. (Buradaki “Sünnet” kelimesi, bu itikadî çizginin kaynağını, “Cemaat” kelimesi ise karakterini anlatmaktadır. “Cemaat“in anlam ve açılımı, kısa bir süre içinde elinizde olacağını umduğum “İslam ve Modern Çağ“ın ikinci cildinde yer alan bir yazıda ele alınmıştır.)
Bid’at fırkaların ortaya çıkışıyla birlikte Selef‘in, teslimiyete dayalı, şüphelerden ve aklî izah ihtiyacından uzak itikadî tavrı, yerini kısmen Kelam‘a bıraktı. Bid’at fırkaların ve gayrimüslim teologların Sahabe ve Selef‘in (Ehl-i Sünnet-i hâssa) saf akidevî çizgisine yönelttiği şüphe ve soru işaretleri, aklî izahlarla bertaraf edilmek durumundaydı. Sünnet‘e dayalı itikad, işte bu noktadan itibaren bir yöntem değişikliğine gitti ve bu ikinci aşamada Ehl-i Sünnet Kelam ulemasının bu tavrı Ehl-i Sünnet-i âmme diye anılmaya başladı.
Temelde itikadî umdeler bakımından Ehl-i Sünnet-i hâssa ile Ehl-i Sünnet-i âmme arasında herhangi bir fark yoktur. Farklılık yöntemdedir.
- Ehl-i Sünnet, temel itikadî kabulleri ve bu kabullerin Tefsir, Hadis, Fıkıh vb. İslamî disiplinlere yansıması bakımından tekdir. İtikadî alan içerisinde bulunmakla birlikte “detay” diyebileceğimiz bazı noktalarda ise farklılıklar olmuştur. Bu farklılıkların, temel itikadî çizgiye –karakter değiştirici özellikte– etkisi yoktur.
Gerek İmam el-Mâturîdî ile İmam el-Eş’arî arasında, gerekse Ehl-i Sünnet‘in diğer imamlarının yaklaşımlarında bu türden farklılıklar mevcuttur. İmam el-Eş’arî‘nin “Makâlâtu’l-İslâmiyyîn“inde bu noktayı tesbit etmek mümkündür.
İmam el-Mâturîdî ve İmam el-Eş’arî ile onlara nisbet edilen mezhepler arasındaki yaklaşım farklılıkları ise, bilhassa Ehl-i Sünnet çizginin İslam dünyasında baskın itikadî mezhep olarak benimsenmesinden sonra müstakil eserlerin konusu yapılmıştır.
Söz gelimi “er-Ravdatu’l-Behiyye” isimli eserde bu iki imam ve mezhepleri arasındaki ihtilaflar “lafzî” ve “manevî” diye ikiye ayrılmış ve bu iki başlık altında toplam 20 kadar mesele serd edilmiştir.
İmam Ebû Hanîfe‘nin itikadî risalelerini “el-Usûlu’l-Münîfe” adıyla derleyip tasnif eden 11/17. yüzyıl Osmanlı ulemasından Kemâluddîn el-Beyâdî (Beyâzîzâde) bilahare bu tasnife “İşârâtu’l-Merâm” adıyla yazdığı şerhte (53 vd.) 50’ye iblağ ettiği bu ihtilafları maddeler halinde sıralamış, ardından da her birini ait olduğu babda tafsil etmiştir.
Ancak bütün bu ihtilaflar, birkısmı esasa taalluku bulunmayan, bir kısmı da taalluku, karakter değiştirici mahiyette olmayan meselelerdir ve taraflardan hiçbirini Ehl-i Sünnet olmaktan çıkarmaz.
Şu halde soruda yer alan “Eş’ari ve Maturidi mezhepleri diye ayırmak hatadır. Böyle mezhepler yoktur. Mezhep tektir” ifadesi, sahibinin maksadına göre doğru da, yanlış da olabilir. Bu ifadenin sahibi eğer bu iki imam ve tabileri arasında hiçbir görüş ve yaklaşım farklılığı bulunmadığını söylemek istiyorsa yanlış, bu farklılıkların esasa taalluku olmadığını söylemek istiyorsa doğrudur.
Milli Gazete – 28 Eylül 2004