Cumartesi (20 Kasım) günkü yazım üzerine aldığım iki mesaj üzerinde duracağım bugün.
Soru: “Okuyucu soruları (50) yazmış olduğunuz makalenizde son paragraftaki ayet ve sahih hadisle alakalı olarak bir arkadaşım, Bakara 62. ayeti öne sürerek hiristiyanların da cennete gidebileceklerini izah etmeye çalıştı. Bununla alakalı olarak ne söyleyebiliriz? Ben teslis akidesine bağlı olarak ahirete göç edenlerin cezaya uğrayacaklarını söylediğim için arkadaşım bu ayeti örnek göstermeye çalıştı…”
Soru: “… Mesela, Patagonya dağlarındaki bir köyde doğup büyümüş, hayatında İslam’ın adını dahi duymamış animist ya da misyoner devşirmesi kafir çoban ile, genel kültür sahibi, dünyada olup biteni takib eden, büyük şehirli “modern” bir kafirin durumları aynı mıdır? Tebliği almadan ölen ile alıp, red edip, inkar üzre ölen kafir aynı olabilirler mi? İnsan, tebliği almasa dahi sırf aklı ile sahih imanı keşf etmekle mükellef midir? Asrımız bilgi ve muhaberat asrıdır. Hele günümüzde malum hadiseler sebebi ile İslam’dan bihaber kalmış insan, istisnalar hariç, olmasa gerek. Eskiden köyünde olup bitenin dışında pek bir malumat sahibi olamadan, atasının batıl itikadı üzre yaşayıp ölmüş cahil insanlar ne olacak?”
Cevap: İlk soruda yer alan husus 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetlerden hareketle ileri sürülüyor. Ancak burada gözden kaçırılan son derece önemli noktalar var:1. “Kur’an ayetleri birbirini tefsir eder” kaidesi gereğince bu iki ayetin bildirdiği hükmün behemehal Kur’an‘ın ilgili diğer ayetleriyle birlikte ele alınması gerekir. Aksi, Kur’an‘ın, –mesela– peygamberlere ve kitaplara imanı emreden ve bunları ihtiva etmeyen bir imanın sahih/makbul olmayacağını hükme bağlayan ayetlerini hükümsüz kılmak demektir. 2. Kur’an‘da yer alan kimi ayetler, 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69’un ihtiva ettiği 3 şartın (Allah’a iman, ahirete iman, salih amel) hiçbirisini zikretmeksizin, kurtuluşu başka şeylere (temiz kalp, böbürlenmemek ve bozgunculuk yapmamak, nefsin cimriliğinden korunmak vd.) bağlamaktadır. (Bu konuda bkz. 87/el-A’lâ, 14-5; 41/Fussılet, 30; 46/Ahkâf, 13-4; 28/el-Kasas, 83; 39/el-Haşr, 9…) O halde –Kur’an aksini söylese de– ayetler arasında bir çelişki olduğunu mu söylemeliyiz? Ya da kurtuluşa erenleri tayin için neden sadece 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69 esas alınıyor da, bunlar alınmıyor?3. Sünnet Kur’an‘ın beyanı olduğuna göre, Kur’an‘ın herhangi bir hükmünde anlaşmazlığa düşüldüğünde Sünnet‘e müracaat etmek gerekir. Konuyla ilgili yüzlerce hadis, ebedî kurtuluş için 2/el-Bakara, 62, 5/el-Mâide, 69. ve bir önceki paragrafta işaret ettiğim ayetlerde ifade bulanlar yanında başka hususlara da iman edilmesi gerektiğini bildirmektedir. Hal böyleyken, işaret ettiğim bütün bu ayetlerde anlatılan özellikleri taşıyan bir kimsenin, imanın diğer umdelerini reddetse bile kurtuluşu elde edeceğini “sarahaten” bildiren bir rivayet bulunmayışını nasıl açıklayabiliriz?”Lâ ilâhe illallâh diyen cennete gider” mealindeki sahih hadis öne sürülerek bu söylenenlere itiraz etmek mümkün değildir. Zira bu hadisin mutlak anlamda esas alınması, –ilgili diğer ayetler yanında– 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetlerini dahi tahsis ettiğinin söylenmesi demektir. Oysa itikadî meselelerde ve haberlerde nesh, tahsis vb. cereyan etmez.4. Mesele sadece bununla da bitmiyor. Kur’an, ayetleri arasında herhangi bir çelişki bulunmadığını ifade ediyorken (bkz. 4/en-Nisâ, 82; 18/el-Kehf, 1; 39/ez-Zümer, 28), Allah‘a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyen Yahudi, Hristiyan ve Sabiiler‘in kurtuluşa ereceği görüşünde ısrar, ebedî kurtuluş için bu üç husus yanında başka hususlara imanı da öngören ayetlerle, 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetleri arasında bir çelişki bulunmasını gerektirir.5. Allah‘a ve ahirete iman edip salih amel işleyen başka kişi veya gruplar bulunabileceği halde ebedî kurtuluş neden sadece –Mü’minler yanında– Yahudi, Hristiyan ve Sabiiler‘e tahsis edilmiş olsun? Bu üç zümre mezkûr üç hususu hakkıyla yerine getirebilirken başkaları niçin getiremesin? Aslında sözü bu kadar dolaştırmaya gerek olmadan, tek bir cümle ile de bu “işkâl”i çözmek mümkün: 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69’da, “zikru’l-cüz’ irâdetu’l-küll” tarzında bir anlatım vardır. Yani meselenin bir kısmını zikrederek bütününü kasdetmek…(Bütün bu hususlarla ilgili daha detaylı bilgi için Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi adlı çalışmamın 1. cildine (16 ve 17 numaralı yazılar) bakılabilir.)İkinci soruda yer alan hususa gelince; kişinin sorumluluğunun, kapasitesi ölçüsünde olacağı bedihîdir. Burada belirleyici olan, bilgi seviyesi, nazar ve istidlal kapasitesidir. Alemi var eden tek bir yaratıcı bulunduğu inancına ulaşma noktası, mükellefe bu babda terettüp eden vacibatın en alt basamağıdır. Kemâluddîn el-Beyâdî, İşârâtu’l-Merâm‘da (84), mükellefin durumuna göre gittikçe genişleyen sorumluluk aşamalarını –Abdülkahir el-Bağdâdî‘den naklen– şöyle verir: 1. Allah Teala‘nın varlığına, sıfatlarına, birliğine, adaletine ve hikmetine imana götüren nazar ve istidlal.2. Elçiler gönderilmesinin ve teklifin cevazına götüren nazar ve istidlal.3. Elçiler gönderildiğinin ve ahkâm vaz edildiğinin sübutuna –mucizelerden hareketle– götüren nazar ve istidlal.4. Ehline yönelik Şer’î rükünlerin (temel yükümlülüklerin), tafsiline götüren istidlal ve bu meyanda yükümlü bulunduğu hükümlerle –şartlarına riayet ederek– amel.
Milli Gazete – 25 Kasım 2004