Soru: “(…) Sizden Allah rızası için ve bilerek veya bilmeyerek yaptığınız ilmi hatalarınızın afvı için namaz konusunu çok net olarak yazmanızı istiyorum. Madem ki Allah bizi kendine ibadet-kulluk edelim diye yaratmış, o halde ibadetlerimizi de AYNEN Resulullah SAV efendimizin yaptığı ve bizlere öğrettiği şekilde yapmamız gerek. Geçenlerde bir yazınızda toplu halde tespihat yapılması ve toplu dua bid’attir dediniz. Ama ben şunu anlamıyorum, bunu yalnız siz mi biliyorsunuz? O kadar bilgili imamlar varken halen neden bu gibi bid’atları uygulamakta direniyorlar. Bid’atlar yoksa daha mı tatlı geliyor?..”
Cevap: Geçen yılın 1 Temmuz’unda bu konuyla ilgili bir soruya cevap olarak şöyle demiştim: “Namazın ardından topluca tesbih çekmek, topluca dua etmek, imamın “salâten tüncînâ” okuması, cemaatin de “amin” demesi bid’attir. Bunun sesli veya sessiz söylenmesi arasında bir fark yoktur. Aslolan şudur: Farz namaz kılınıp bittikten sonra isteyen camide kalır; namaz kılar, Kur’an okur, tesbihat yapar veya dua eder; isteyen çıkar. Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri evinde kılardı. Ancak günümüz şartlarında –özellikle de büyük şehirlerde– ratibeleri evde kılma imkânı bulunmadığı için, hiç kılmamaktansa camide kılmak elbette daha uygundur. Namaz sonrası tesbihat ve duayı da herkes kendi başına yapmalıdır.”
Yukarıdaki soruyu cevabım da bundan farklı olmayacak. Sadece “Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri evinde kılardı” cümlesini, bir kelime ekleyerek, “Selef, farz namazların önünden ve arkasından kılınan ratibe (sünnet) leri “genellikle” evinde kılardı” şeklinde tekrar edeceğim. Bu tavrımın “radikallik” veya “mezhepsizlik“le irtibatlandırılmasına sadece tebessüm eder ve ithamcılara, cemaatle kılınan namazların sonunda bir nevi emir-komuta ile tesbihat ve dua yapılmasının delilini sorarım. (Soru sahibi kardeşim üstüne alınmasın.) Günümüzde uygulamanın bu şekilde olması, “şer’î bir delil” olarak itibara alınacak bir husus değildir. Herhangi bir muteber Fıkıh kitabında, hatta İlmihal kitabında bu uygulamanın caiz/meşru olduğunun zikredildiğinden şahsen haberdar değilim.
Hanefî mezhebinin Hadis delillerinin zikredildiği en hacimli kitap olan “İ’lâu’s-Sünen“de (III, 205 vd., “el-İnhirâf Ba’de’s-Selâm ve Keyfiyyetuhû ve Sünniyyetu’d-Du’â ve’z-Zikr Ba’de’s-Salât” babında) müellif merhum bu mesele üzerinde geniş bir şekilde durmuştur. Arapça bilenlere, bu meseleyi oradan tahkik etmelerini salık vererek, ilgili yerlerden kısa bir alıntı yapacağım:”Hint diyarının bazı bölgelerinde bulunan bid’atçilerden bir gruba Allah merhamet eylesin ki (…) devamlı surette imam (…) sesli bir şekilde ikinci kere dua ediyor, cemaat de “amin” diyor. Bunu, hiç bırakmamacasına devamlı bir şekilde yapıyorlar. Öyle ki avamdan bazı kimseler, sünnet ve nafile namazlardan sonra imam ve cemaatin topluca dua etmesinin zaruri ve vacip olduğuna inanıyor. (…) Hatta mescit mütevellileri, görevli imamı, sünnet ve nafilelerden sonra yapılan bu duayı tervice ve devamlı surette yapmaya zorluyor! (…)
“Allah‘a yemin ederim ki bu, Din‘de sonradan ihdas edilmiş bir uygulamadır. (…) Hz. Peygamber (s.a.v)’in, (sünnet ve nafileleri evde kıldıktan sonra), arkasından dua etmek için mescide döndüğü, herhangi bir hadiste sabit olmuş değildir. (…) “Ne bu rivayetlerde, ne de başkalarında Hz. Peygamber (s.a.v)’in, mescitte nafile namaz kıldıktan sonra cemaatle birlikte dua ettiği nakledilmiştir. (…)”Bütün bu rivayetlerde, imama uyan kimsenin, imam namazı bitirdikten ve teslimeden sonra ayrılıp işine/hacetine gitmesinin cevazına delalet vardır.
Sünnet ve nafilelerden sonra duanın zorunlu kılınması, bu cevazı tağyir ve hem imamı hem de cemaati sebepsiz yere sıkıştırma anlamına gelir. (…)”Şu halde onun (eş-Şürünbülâlî‘nin) sözünün anlamı şudur: Müslümanlar‘ın, farz namazlardan sonra okunması me’sur olan evradı, her biri kendi başına olmak üzere okuması ve her birinin, kendisi ve Müslümanlar için dua etmesi gerekir…”Yanlış anlamalara mahal bırakmamak için tekraren söyleyeyim ki, namazdan sonra dua ve tesbihat yapılmasın demiyorum. Elbette bunlar yapılmalı, hatta ihmaline mahal verilmemelidir. Benim söylediğim şu: Gerek dua, gerekse tesbihatı imam ve cemaatin, müezzin efendinin komutlarıyla aynı anda ve topluca yapmasının kavlî ya da fiilî herhangi bir delili yoktur. Hatta böyle yapmak bu konudaki Nebevî uygulamayı ortadan kaldırdığı için bid’attir!
Günümüzde uygulamanın böyle olması, muhtemelen toplu tesbihat ve dua terk edildiğinde cemaatin buna tepki göstereceği veya –tepki göstermese dahi– bunları ihmal edeceği endişesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, “hiç yapılmamasındansa, toplu halde yapılması daha iyidir” diye düşünülüyor.Ancak bu arada bir Sünnet‘in ortadan kaldırılıp, yerine bir bid’atin ihdas edildiğine, yine bu yüzden Efendimiz (s.a.v)’in namazların arkasından okunmasını teşvik buyurduğu “Ayetel Kürsî” ve duaların, çoğu zaman müezzin efendi okuduğu için cemaat tarafından terk edildiğine dikkat edilmelidir. Oysa bütün bunları tek tek herkesin okuması gerekir.
Öte yandan, imam ve müezzin efendilerin sür’atine bağlı olarak son derece kısa süreler tahsis edilen tesbihat ve duanın “hakkı verilerek” ve “arzu edilen tarzda” yapıldığını söylemek de neredeyse mümkün değil. Tesbihata geç kalmamak için sünnet namazı apar-topar kılmadan, tesbihatı mekanik dudak hareketleriyle söyleme alışkanlığı kazanmadan ve belirlenmiş kalıp dua cümlelerini alel acele peşpeşe sıralamadan ne müezzin efendiye, ne de imam efendiye yetişmek mümkün olmuyor. Bu da hem tesbihatın hem de duanın “kalbin hazır bulunduğu” ameller olmaktan çıkıp, mekanik ritüeller haline gelmesine sebebiyet veriyor…Elbette bütün bunlar olmasa da toplu tesbihat ve dua bid’at olmaktan çıkacak değil. Ama bunlar da cabası…
Milli Gazete – 27 Ocak 2005