S–21) 2. Abdülhamit Sait Nursi’yi deli diye tutuklatmış mıdır? Böyle bir olay varsa nedeni nedir?
Bediüzzaman bu hadiseye şöyle değinir:
“Bitlis vilayetine tâbi Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücadele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayet-i İlahiye ile mağlub ede ede İstanbul’a kadar geldim. İstanbul’da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek nihayet rakiblerimin ifsadatıyla merhum Sultan Abdülhamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. “[1]Şualar, 495 (Ondördüncü Şua, Gençlik Rehberi’nin küçük bir haşiyesi).
Divan-ı Harb-i Örfi’nin eski baskılarından birinde “ifade-i naşir” olarak yer alan satırlarda bu durum şöyle anlatılır:
“Evet Said Nursî İstanbul’a, şûrezâr vilayat-ı şarkıyenin maarifsizlikle öldürülmek istenilen Yıldız siyasetlerine istikamet vermek azmiyle gelmişti. Daha İstanbul’a gelmeden Van’dan, Bitlis’ten, Mardin’den defaatla nefyolmasından İstanbul’a gelmesiyle beraber Merhum Sultan Abdülhamid tarafından suret-i ciddiyede tarassud altına aldırıldı. Birkaç kerre tevkif edildi.”[2]Divan-ı Harb-i Örfi, 6.
Yine kendisi bu meseleyle irtibatlı olarak şöyle der:
“Münhasif Yıldız’ı dâr-ül fünun et, tâ Süreyya kadar a’lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekat-ül ömrü, ömr-ü sâni yolunda sarfeyle.
“Şimdi müvazene edelim: Yıldız, eğlence yeri olmalı veya darülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ülema tedris etmeli? Ve gasbedilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahibleri hükmetsin.
“Ben ki bir gedayım, bir büyük padişaha nasihat ettim, demek yarı cinayet ettim.”[3]Divan-ı Harb-i Örfi, 30-1.
Bu satırlardan da anlaşılacağı gibi Bediüzzaman merhum –devrin alimlerinin birçoğu gibi– Sultan Abdülhamid han muhalifleri safında konuşlanmış bulunmaktadır. “Hürriyet-Adalet-Müsavat” sloganları eşliğinde bünyeye musallat olan “Batılılaşma” virüsü, ulemayı hassas bir noktadan yakalamıştır. Aslında meselenin bu yönü soğukkanlı tahlillerin konusu yapılabilse, günümüzde yaşananları anlamlandırmada önemli bir tecrübe elde edilmiş olacak; ama biz genellikle yaptığımız gibi bu meselede de duygularımızla hareket etmeyi tercih ediyoruz.
Sultan Abdülhamid hana “müstebit” yaftasıyla tavır alan ulema, kısa zaman sonra yönetime gelmesine destek verdiği İttihat Terakki cuntasının icraatlarını görünce gerçeği anlayacak, ama iş işten geçmiş olacaktır. Elbette bilahare nedamet getirmeleri önemli bir hadisedir; ama nedamet, kaybedilenleri hiçbir zaman telafi etmeyecektir!
Bediüzzaman merhumun daha İstanbul’a gelirken Sultan Abdülhamid hana karşı takındığı muhalif tavır, hiç şüphesiz sarayın yüz yüze bulunduğu iç ve dış tazyikler, Osmanlı’yı bitirmeye azmetmiş Batılıların kurduğu kumpaslar, bünyeyi kemirmekte olan ekonomik, siyasî, idarî… problemler… le ilgili değildir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 26 Aralık 2010