S–19) Cevşenül kebir Hadis-i Şerif midir? Kutubu sitte’de geçiyor mu? Cevşene bakış açımız nasıl olmalıdır?
Cevşen hakkında daha önce sorulan bir soruya verdiğim cevapta şöyle demiştim: “(…) Cevşen’e gelince, Bediüzzaman merhumun bu duanın tevatüren nakledildiğini söylediğine rastlamadım. Evet o bu duayı bir vird gibi hem kendisi okumuş, hem de okunmasını tavsiye etmiştir. Ancak tevatür iddiasına –dediğim gibi– muttali değilim. Bu duanın özellikle Ahmed Ziyauddîn Gümüşhânevî hazretleri tarafından Mecmû’atu’l-Ahzâb isimli evrad ve ezkâr mecmuasına alınmasından sonra ülkemizde yaygınlık kazandığını söyleyebiliriz. Sadece Ehl-i Sünnet’e ait Hadis kaynaklarında değil, Şia’nın rivayet konusundaki temel kaynağı olan Kütüb-i Erba’a’da da zikrine rastlanmaması, Cevşen’in mevsukiyetini (“hadis” olarak rivayetinin güvenilirliğini) ciddi biçimde tartışmalı kılmaktadır.
“Bediüzzaman merhumun Cevşen’e atfettiği önem, sadece rivayet tarikinden mevsukiyetine itimat ettiğinden değil, aynı zamanda muhtevasının güzelliğinden, ifadelerinin çarpıcılığından da kaynaklanmış olmalıdır. Onu Efendimiz (s.a.v)’den sabit bir rivayet olarak değil, sadece “güzel bir dua” olarak okumakta herhangi bir mahzur yoktur.”[1]7 Aralık 2008 tarihli yazı.
Bu cevaptan kısa bir süre sonra Nazım Büyükbaş isimli (imam ve doktora öğrencisi olduğunu belirten) bir kardeşimden şöyle bir mesaj almıştım:
““Bazı cemaatler ve metotlar üzerine-2” yazınızda, “Cevşen’e gelince, Bediüzzaman merhumun bu duanın tevatüren nakledildiğini söylediğine rastlamadım.” demişsiniz. Sözler Yayınevi İstanbul 1991, Yeni Asya Yayınları A.Ş. damgasıyla basılan Arapça Hizbu Envari’l-Hakaiki’n-Nûriyye adlı dua mecmuasının 34. sayfasında Cevşen duasından önce Osmanlıca el yazıyla şu ibare yazmaktadır: “Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme Cebrail aleyhisselamın vahiy ile getirdiği (zırhını çıkar bunu oku dediği) gayet yüksek ve çok kıymettar ve çok yüksek bir münacaat-ı peygamberidir ki: Zeynelabidin radıyallahu anhdan tevatürle rivayet olunmuştur.”Yazar.”
Burada zikredilen eser elimde olmadığı için şu anda tahkik etme imkânına maalesef sahip olamadığım bu tesbit için adı geçen kardeşime bir kere de buradan teşekkür ediyorum.
Sana Din’den Sorarlar’da Cevşen konusu üzerinde biraz daha detaylı durmuştum. Dileyen oraya da bakabilir.[2]Bkz. Sana Din’den Sorarlar, I, 96-8.
Kısacası Bediüzzaman’ın üzerinde hassasiyetle durduğunu ve talebelerine de okunmasını tavsiye ettiği Cevşen’in, Efendimiz (s.a.v)’den nakledildiği sabit bir dua olarak görülmesi doğru değildir.
S–20) Bazıları nur cemaatine bağlı olanların fazla olması sanki haklı bir davaymış gibi algılamaktadır. Bir davaya bağlı olanların fazla olması o davanın hak olduğunu gösterir mi?
Öncelikle “Nur cemaati” olarak ifade edilen yapının homojen olmadığını söylemeliyiz. Bu yapı içinde birbirinden farklı çizgiler var ve bu çizgiler sadece “kemiyet” olarak değil, “keyfiyet” olarak da belirgin farklılıklar gösteriyor. Dolayısıyla soruyu, “Nur cemaati” içinde kemiyet olarak diğerlerinden daha önde olanlar hakkında sorulmuş kabul etmek durumundayız.
İkinci olarak, bu sorunun cevabı sadedinde, sadece onlarla bağlantılı olarak değil, bir hakikat olarak ifade edilmelidir ki, sayısal fazlalık hiçbir zaman “hakikat”in ölçüsü olmamıştır. “İnsanların çoğunun” iman etmeyeceğini bildiren ilahî beyanlar[3]Bkz. 11/Hûd, 17; 40/el-Mü’min, 59… bunun en açık delilidir.
Ancak şunu da söylemeliyiz: Niyet, hedef ve metot sahih olduğunda muvaffakiyete ulaşılır; bunun böyle olduğunu insanlık tarihi de İslam tarihi de açık biçimde göstermektedir.
Bir noktaya daha değinelim: “Başarı” ile “muvaffakiyet” birbirinden farklı şeylerdir. İlki seküler bir durumu ifade ederken, ikincisi ilahî kudret ve rızaya atıf yapar; ilki geçici ve aldatıcı iken, ikincisi her hal-u kârda kalıcı ve hakiki olandır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 19 Aralık 2010