S–17) Risaleler Türkçeye çevrildiğinde dini hikayeler gibi bir kitap seviyesine dönüşüyor. Arapça, Osmanlıca ve Farsça yazılması onun gerçekten ilmi bir eser olduğunun kanıtı mıdır?
İlk olarak risalelerin kaleme alındığı dil Türkçedir. Risale-i Nur içinde Arapça kaleme alınanların oranı diğerlerine kıyasla hayli düşüktür. Dolayısıyla soruda bir tesbit hatası bulunduğunu söylememiz lazım.
İkinci olarak Bediüzzaman Kürt asıllı, ilim dili de Arapça olduğu için Türkçesinin akıcı olmasını beklemek doğru değil. Kendisi de bunu birçok yerde ifade etmektedir zaten.
Ama bu durum, sorudaki tesbite haklılık kazandırmaz. Zira nisbeten “kırık” bir Türkçeyle kaleme alınmış olması Risale-i Nur’daki ilmî seviyeye tesir eden bir unsur değildir. Önemli olan muhtevadır ve bir metnin şu veya bu dilde kaleme alınmış olması tek başına onun ilmîliği konusunda belirleyici değildir.
Bununla birlikte şunu söylememiz lazım: Bir ilim ve medeniyet dili olarak Osmanlıcanın ifade gücü günümüz Türkçesiyle kıyaslanamayacak kadar ileri bir seviyededir. Konuyla ilgilenen hiç kimsenin –şayet önyargılı ve kasıtlı değilse– bu gerçeği his ve ifade etmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla Osmanlıca kaleme alınan bir metnin yaşayan Türkçenin ifade imkânlarına sıkıştırıldığında seviye kaybına uğraması yadırganmamalıdır.
Son olarak Risale-i Nur’un dinî hikâyeleri andıran bir kitap seviyesinde olduğunun söylenmesinin de doğru olmadığını belirtelim. Zira bu tarz bir benzetme Risaleler’in tabiatıyla örtüşmez.
S–18) Sait Nursi ve Risaleler neden muhteşem üstü görülmektedir ve bu değer doğru mudur?
İslam ilim tarihi içinde sistem kurmuş karizmatik şahsiyetler her zaman olmuştur. İlim, kültür ve medeniyet bilincinin kaybolduğu bir zaman diliminde bunun ne demeye geldiğini herkesin anlayamayabilir. Ama meseleye belli bir seviye ve zaviyeden bakma dirayet ve seviyesine ulaşmış insanlar bakımından anlaşılmayacak bir nokta yoktur.
Bediüzzaman merhumun çok fazla dikkat çekilmeyen en önemli özelliğinin bu noktada ortaya çıktığını düşünüyorum. Risaleler’in muhtevasına, diline, üslubuna şu veya bu açıdan yaklaşabilir, durduğumuz yere göre onları göklere çıkarabilir ya da yere batırabiliriz. Ama bir noktayı herkesin itiraf edeceğini, etmesi gerektiğini düşünüyorum: Risaleler’in merhum müellifinin hususiyetini, “sistem kurmuş” karizmatik insanlardan birisi olmasında aramak gerekir. İslamî ilimlere yaklaşımı; ilmî, ahlakî, imanî ve tasavvufî meselelere bakışındaki orijinalite ortadadır.
Belki de onun adı ve eserleri etrafında oluşan ilgi halesinin hikmetini esas burada aramak gerekir.
İkinci olarak da yaşadığı zaman diliminin kendine mahsus şartları ve zorlukları karşısında yılmaması, hapis, sürgün ve kovuşturmayla geçen ömrünün hiçbir aşamasında yılgınlığa, teslimiyete ve çözülmeye düşmemesi, tam aksine, bütün olumsuzluklara rağmen çevresine hep imanın, istikametin, direnmenin ve fedakârlığın canlı bir numunesi olarak ışık saçması göz önünde bulundurulmalıdır. Bu itibarla onun her zaman ilgi odağı olmasına şaşırmamak gerekir.
Bununla birlikte bir noktaya da dikkat etmek durumundayız: Ehl-i Sünnet inancı, peygamberler dışındaki hiçbir insanın masum olmadığını söylemeyi gerektirir. Elbette mesela velilerin ve rabbanî alimlerin sıradan insanlar seviyesinde görülmesi doğru değildir. Ama onların da beşer tabiatı gereği yanılabileceği, hata yapabileceği akıldan çıkarılmamalı, peygamberler dışında hiç kimsenin her sözünde, jestinde, mimiğinde bir hikmet aramanın doğru olmayacağı unutulmamalıdır. Ki Üstad’ın da böyle görülmek istediği söylenemez.
Devam edecek.
Milli Gazete – 5 Aralık 2010