S–14) Risalelere bu kadar önem verilmesine rağmen neden İslam ilim literatüründe kaynak eser olarak belirtilmemiştir?
Risale-i Nur’un, gerek dil, gerekse üslup ve tarz özellikleri bakımından herhangi bir ilmî eserden farklılık gösterdiği malumdur. Bizzat merhum ve mağfur müellifi de eserin bu özelliğine muhtelif vesilelerle dikkat çekmiştir.
Elbette bu durum, mutlak olarak Risale-i Nur’un muhtevasının gayr-i ilmî olduğu anlamına gelmez. Bu eserde ele alınan –bilhassa dirayete dayalı– ilmî meselelerin herhangi birisinin ilmî açıdan yanlışlığının isbat edildiğine ve çürütüldüğüne dair benim elimde herhangi bir bilgi mevcut değil. Risale-i Nur’a yöneltilen birtakım eleştirilerin, eserde ele alınan ilmî meselelerde isabetsizlikler bulunduğu noktasında değil, yoğun bir şekilde cifr ve ebced hesabı gibi metotlarla elde edilen birtakım tevafukların yer alması, bir kısım zayıf rivayetlerin bulunması ya da bazı hadislerin mana ile nakledilmiş olması gibi noktalarda düğümleniyor oluşu bu söylediğimi teyit eden önemli bir göstergedir.
Özellikle son dönemlerde Risale-i Nur üzerinde akademik çalışmalar yapıldığını, eserin çeşitli yönlerden inceleme konusu edildiği de ehlinin malumudur.[1]Bkz. http://www.risaleakademi.com/risale-bilim/80-risale-bilim/149-risale-i-nur-ve-bediuzzaman-uzerine-akademik-calismalar
S–15) Sait Nursi, Kastamonu Lahikası sayfa 79’da şunları yazmıştır; “Madem ahir zamanda Hz. İsa’nın dini hakikisi hükmedecek, İslamiyet’le omuz omuza gelecek elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazreti İsa’ya mensup mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadet denilebilir.” Bu doğru mudur? Doğru ise neden? İndi bir görüş ve İslam ölçülerinde kabul edilmez ise bunun nedeni nedir?
Bu sorunun iki veçhesi var: 1) “Hz. İsa (a.s)’ın din-i hakikisinin İslamiyet’le omuz omuza gitmesi”nin anlamı, 2) Hz. İsa (a.s)’a mensup mazlumların maruz kaldığı felaketlerin onlar hakkında bir nevi şehitlik olması” meselesi. İlkinden başlayalım:
Kıyamet öncesi süreçte Hz. İsa (a.s)’ın nüzulüyle birlikte Hristiyanların ve Hristiyanlığın akıbetinin ne olacağı konusunda –benim okumalarıma göre– Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde muhtelif ifadeler kullanılmıştır. Hristiyanlığın her hal-u kârda tasaffi edeceği ve dönüşüme uğrayacağı noktasında müttefik olan ifadeler, bundan sonrasında farklılık arz ediyor.
Söz gelimi aşağıdaki iktibaslar, İsevîliğin tasaffi etmesinin, Hristiyanlık denen dinin ortadan kalkması ve Hristiyanların Müslüman olması anlamına gelmediğini ihsas eder tarzdadır:
“… Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî Alehissalâtü vesselâma bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek…”[2]Kastamonu Lahikası, 111.
“İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir…”[3]Mektubat, 57.
Bu ifadeler, ahir zamanda Hristiyanlığın hakiki İsevîliğe dönüşmesi sonucunda İsevîlerin Müslüman olacağını değil, yine İsevî kalacağını ve fakat İslam ve Müslümanlarla birleşerek birlikte hareket edeceğini anlatıyor. Yani İsevîlik ya da Hristiyanlık tamamen ortadan kalkmıyor, İslam’la ve Müslümanlarla ittihat edecek bir kıvama ulaşıyor.
Buna mukabil, Risale-i Nur’da bu konuyla ilgili diğer bir kısım ifadeler, Hristiyanların doğrudan Müslüman olacağını ve ortada –İsevîlik ya da bir başka isim altında– hak din sayılabilecek başka bir yapının kalmayacağını tasrih etmektedir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 14 Kasım 2010