Okuyucu sorusunda yer alan diğer alt başlıklar ve cevaplarına gelince;
- (Bediüzzaman) Ehli sünnet bir yol sahibi bir zat mı?
Bu soruya kısaca “evet” diyerek geçmeyi tercih edeceğim. Zira bu “evet”in içini doldurmak için ayrıntıya girmeye hem gerek, hem de yer yok. Bu babda onun Ehl-i Sünnet’i “Ehl-i Hak” olarak tavsif ettiğini belirtmek, zikredilebilecek delillerin tamamının yerine geçecektir.
- Kurduğu yol ehli necattan mı?
Bu soruyu, “Bir kimse Risale-i Nur’lar’ı okuyarak kurtuluşa ulaşabilir mi?” tarzında anlamak doğruysa, icmalen “evet” demek yeterli olacaktır. Cevabın tafsili için ise, Risale-i Nur’ların ihtiva ettiği her meseleyi ayrı ayrı ele almak gerekir ki, bunun kitap hacminde müstakil çalışmalar gerektirdiği açıktır. Ancak şu kadarını da söylemeden geçmeyelim: Risale-i Nur, temel tesbitleri ve istikameti bakımından “irşad edici, doğruya götürücü”dür. Ancak bu, söz konusu külliyatta kendisine yer bulmuş meselelerin her biri hakkında söylenenlerin aynı özellikte olduğu anlamına gelmez. Zaman zaman bu köşede bu noktaya taalluk eden hususların ele alındığını bilenler biliyor…
Yine bu soruyu “Nurculuk” olarak ifade edilen akıma taalluk eden yönü itibariyle ele alırsak, Risale-i Nur merkezinde oluşan hareketin yapısını, ayrıldığı kolları, bu kolların ihtilaf sebeplerini geçmişi ve bugünüyle masaya yatırmak gerekir. Açıktır ki, bu da bu yazının çerçevesini hayli aşan bir husus. Geçmişte daha çok “hareketin kendi iç meselesi” olarak anlaşılan ve yansıyan ayrılıkların, bugün daha farklı boyutlarda ve zeminlerde derinleşerek sürdüğü, hatta tabir doğruysa “Nurculuğun meselesi” olmaktan çıkıp “İslam’ın meselesi” haline dönüştüğü gözleniyor. Yer yer itikadî sahaya da dokunan ve Nurculuğu çoktan aşmış olan meseleler üzerindeki ayrışmada bir tarafın, modern karakter arz eden, hatta münhasıran moderniteye mahsus olan tavır ve söylemler benimsemesi calib-i dikkat bir nokta. Bu ayrışmada tarafların her birinin, kendi duruşunu Bediüzzaman merhum ve Risale-i Nur’larla refere etmesi, problemin, Risalelerin diliyle mi, yoksa okunma biçimleriyle mi ilgili olduğu sorusunu gündeme getirmektedir. Galiba problemin oluşmasına her iki husus da katkıda bulunuyor…
- (Bediüzzaman) bir mütefekkir mi?
Bu soruya cevaben, onun bir “alim” olduğunu söylemenin daha doğru olacağını ifade etmem gerekiyor.
- Bediüzzaman hz. leri vefat etti, şimdi asrımızın müceddi kim?
Bu seri yazının başlarında naklettiğim “müceddit” tanımını esas aldığımızda, asrın mücedditlerinden birisinin merhum Abdülfettâh Ebû Gudde olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. H. 1417 (m. 1997) yılında vefat etmeden çok daha önceleri özellikle Hadis ilimlerine yaptığı hizmetlerle dünya çapında ün yapmış bir alim olduğunda dost-düşman herkes müttefiktir. Bıraktığı eserler ve yetiştirdiği talebeler de bunun en sadık şahididir.
- İlla bir tarikata girmeli miyiz?
Yolu kendi başına yürüyebilenler için “hayır”, diğerleri için “evet.”
- Bediüzzamanın toplamış olduğu virdleri çeken tarikatçi mi olur?
Sadece vird çekmekle ehl-i tarik olunmaz.
Devam edecek.
Milli Gazete – 5 Mart 2006