İki aydır üzerinde durduğumuz okuyucu sorunsun son fıkrası şöyleydi:
- “Abdullah el-Harari diye bir şeyh veya alim ve Ahbaş/Habeşiler diye bilinen bir grup var. Bunlardan uzak durmak gerekir mi? Çünkü herkesi ve her şeyi tekfir ediyorlar. Hz. Muaviye’ye fasık diyorlar. Vehhabileri tekfir etmiyoruz diye bizi de tekfir ediyorlar.”
Abdullah el-Hererî el-Habeşî, halen Lübnan’da ikamet eden bir zattır. 110’u geçkin yaşına rağmen telif faaliyetlerine devam etmektedir. 2005 baskısı bir kitabında verilen listede irili-ufaklı eserlerinin sayısı 34 olarak verilmektedir. Şu anda bu sayı muhtemelen 40 civarındadır.
Abdullah el-Hererî el-Habeşî, gerek internet sitesinde (http://alhabashi.info), gerekse eserlerinin başında verilen biyografisine göre Kadiriyye, Nakşibendiyye ve Rıfaiyye tarikatlerinde icazet sahibidir. Ayrıca Kütüb-i Sitte’yi ezberinde bulundurmaktadır. Eserleri ağırlıklı olarak Akaid/Kelam, Hadis, Fıkıh sahalarına mütealliktir.
Sarîhu’l-Beyân, eş-Şerhu’l-Kavîm, el-Makâlâtu’s-Sünniyye… gibi eserlerini incelediğim Şeyh el-Hererî hakkındaki cevabı yazmadan önce talebeleriyle Daru’l-Hikme’de birkaç saat süren bir oturum yaptık. Kendi istekleriyle gerçekleştirdiğimiz bu oturuma, talebesi Dr. Abdurrahman Ammâş da –Lübnan’dan– katıldı.
O oturumda da Daru’l-Hikme olarak kendilerine belirttiğimiz gibi Şeyh el-Hererî’nin Ehl-i Sünnet akidesi konusundaki hassasiyeti, teşbih/tecsim inancının tutarsızlığı ve tehlikelerine ısrarla dikkat çekmesi şayanı dikkattir. Ancak yine o oturumda açıkça ifade ettiğimiz gibi,
- İbn Teymiyye’yi ve onun çizgisinde bulunanları tekfir edip İslam dairesinin dışına atmak doğru değildir. “İmâmu’l-Asr” Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî ve Zâhid el-Kevserî’nin tavrını örnek olması kabilinden birkaç yazı önce zikretmiştim. Aynı konuda İ’lâu’s-Sünen müellifi muhaddis, fakih ve mutasavvıf Zafer Ahmed et-Tehânevî (Tanevî) ile Abdülfettâh Ebû Gudde, Muhammed Ebû Zehra gibi otoritelerin tavrı da şayan-ı imtisaldir.
Bunları söylerken İbn Teymiyye’nin bilhassa teşbih/tecsim içeren ifadelerinin hafife alınabilecek ya da görmezden gelinebilecek önemsizlikte olduğunu ima ediyor değilim elbette. Bunlar son derece önemlidir ve Ümmet mutlak surette bunlardan sakındırılmalıdır. Söylemek istediğim, her meselede olduğu gibi bu meselede de ifrat ve tefritten uzak durmamız gerektiğidir.
Gerek ülkemizde gerekse İslam Dünyası’nda Ehl-i Sünnet ve Tasavvuf müdafaalarının ya da İbn Teymiyye tenkitlerinin, yer yer küresel emperyalizmin işini kolaylaştıracak tarza ve mahiyete büründürülmesi tehlikesi mevcuttur. Buna özellikle dikkat etmek zorundayız. Sanki İbn Teymiyye’yi eleştirenler ve Ehl-i Sünnet’i ve Tasavvuf’u müdafaa edenler küresel emperyalizmi zımnen onaylar pozisyondaymış da, diğerleri emperyalizme başkaldıran yegâne grupmuş gibi bir manzara oluşmasına izin vermemelidir. Aynı durum tersinden şöyle bir görüntü arz ediyor: Sanki İbn Teymiyye müdafaası yapmak emperyalizme itiraz etmenin lazım-ı gayrı mufarıkıdır ve İbn Teymiyye’yi eleştirenlerin safında yer almak emperyalizmi onaylamaktır!!
Böyle bir manzaranın oluşmasına şu veya bu biçimde katkı vermek, savunduğumuz doğruları da reddettiğimiz yanlışları da kürsel emperyalizmin emellerine hizmet eden birer araç konumuna düşürmektedir. Bunu asla hatırdan çıkarmamak durumundayız.
(Konuyla ilgilenen okuyucuların, burada hassasiyetle kurmaya çalıştığım bu cümleleri “dikkatle” okuduktan sonra olumlu ya da olumsuz tepki vermelerini bilhassa rica ediyorum.)
Devam edecek.
Milli Gazete – 24 Ağustos 2008