Okuyucu sorusunun bir başka maddesi şöyleydi:
- “Bizim bugün alimlerimizden öğrendiğimize göre, İbn Teymiyye’den akide almak doğru değildir. O bu kadar icmaya karşıysa ve mesela tevessül, Resulullah’ın kabrini ziyaret vs. konularında ehli sünnete karşı tutumları varsa, nasıl oluyor da pek çok alim onu Şeyhülislam olarak ya da büyük müctehid olarak övüyor? Nasıl olur da, aslında tekfir edilecek kişi birden Seyhülislam oluyor? Bu da bir çelişkiye benzemiyor mu? İbn Teymiyye’y’i öven alimlerin isimlerini zikreden ve Vehhabiler tarafından hazırlanmış uzun listeler görüyoruz. Bunlar tahriften mi kaynaklanıyor? Buna nasıl cevap verebiliriz? Diyemeyiz ki, onu öven alimler yanlışlarını bilmiyorlardı! Mesela İbn Hacer Askalani, onun yanlışlarını ve icmaya karsı tutumunu Dürerul Kamina’da anlatıyor; ama yine de başka yerlerde ona şeyhülislam diyor; nasıl oluyor bu? Keza Aliyyül Kari bir yerde diyor ki, “Onun kitaplarından uzak durmak gerekir.” Başka yerde ise onu Ümmetin büyük evliyalarından olarak anıyor. Çelişki değil mi bu?
“Aynı durum Muhammed ibn Abdülvehhab için de söz konusudur. Mesela Seyyid Muhammed el-Alevi el-Maliki onu “İmamü’t-Tevhid” olarak anıyor Mefahim’de. Hindistan’daki Deobandiler gibi başka alimlerde de –tabii ki İbn Teymiyye’de olduğu kadar değil– benzeri bir tutum görülüyor. Bu konuda ne diyelim, ne düşünelim? Çok bulantıya girdik ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Alimlerimiz bu konuda niye bir öyle diyor bir böyle? Çok şaşılacak şey! Yoksa bizim görüşümüz mü kıt?”
İbn Teymiyye hakkında nasıl bir karar vermek gerektiği konusunda hafız ez-Zehebî’nin en-Nasîhatu’z-Zehebiyye olarak bilinen risalesi yol gösterici olabilir. ez-Zehebî, İbn Teymiyye’yi yakından tanımakla birlikte tartışma konusu olan görüşlerinde itidali muhafaza ettiğini söyleyebileceğimiz bir alimdir. Her ne kadar İbn Teymiyye’nin çağdaş takipçileri bu risalenin ez-Zehebî’ye nisbeti konusunda birtakım şüpheler izhar etse de, bu konuda herhangi bir problem yoktur.
ez-Zehebî bu risalesinde İbn Teymiyye’nin ilmini, fazlını ve müsbet yanlarını sıraladıktan sonra eksik yanlarını da ortaya koyar ve kendisine nasihat eder.
Aslında İbn Hacer’in ed-Düreru’l-Kâmine’deki tavrı da pek farklı değildir. O, bu eserinde İbn Teymiyye’nin şazz ve zararlı görüşlerini zikrettiği gibi, meth-u sena edenlerin görüşlerine de yer verir.
Dolayısıyla İbn Teymiyye konusunda herkesin kendi durumunu dikkate alarak tavır belirlemesi gerektiğini düşünüyorum. Yazdıklarını okuduğunda hangi görüşünün zararlı, hangisinin faydalı olduğunu ayırt edebilecek durumda olmayanlar, onun kitaplarından uzak durmalıdır. Bunu tefrik edebilecek kudret ve birikme sahip olanların ise, görüşleri arasında eleme/ayıklama yaparak ondan istifade etmesinden bir mahzur görmüyorum.
Aynı durum Muhyiddin b. Arabî ve vahdet-i vücutçu diğer tasavvuf büyükleri hakkında da söz konusudur. Onların görüşlerini temyiz ve tefrik edebilecek durumda olmayanların onları okumasında yarardan çok zarar vardır. Hatta bizzat İbn Arabî’nin bu konuda bir ikazının bulunduğunu biliyoruz.
İbn Abdilvehhab’a gelince, onun kitaplarını okumayan kimse bir şey kaybetmez. Mefâhîm sahibi el-Alevî merhumun onun eserlerine başvurmuş olması, kendisine “selefî” diyen bazı kesimlerin ona söylemediği şeyleri söyletmesine mukabelede bulunmak içindir. Onun salih kimselerle tevessül, kabr-i şerif üzerindeki kubbe-i hadranın yıkılması, el-Busîrî’nin Kasîde-i Bürde’sinin yakılması… gibi konularda kendisine atılan iftiralardan teberri edişini nakletmesi böyledir mesela.
Hasılı, İbn Teymiyye etrafında günümüzde cereyan eden tartışmaların bize bir şey kazandırmadığı ortadadır. Bu tartışmalar canlı tutuldukça tükenen bizim enerjimiz olmaktadır. Onu da, tartışma konusu yapılan diğer isimleri de, ilmimiz yetiyorsa okuyalım, kendilerinden istifade edelim; yetmiyorsa onları Rabb’leriyle başbaşa bırakalım.
Devam edecek.
Milli Gazete – 27 Temmuz 2008