Soru: Ali Şeriati’ye pek çok cemaatin negatif yönde bakmasını ve eserlerinin tehlike arz etmesi söylemlerini nasıl irdeliyorsunuz? Ali Şeriati’nin eserlerine nasıl yaklaşmalıyız? 300’e yakın muhtelif eserlerini okumalı mıyız? Neden bu yazara böyle negatif yönden bakılıyor?
Cevap: Ali Şeraiti (1933-1977) ilk eğitimini babası Muhammed Taki‘den aldıktan sonra Meşhed Öğretmen Okulu‘nu bitirdi (1952). 1956’da Meşhed Üniversitesi‘ne girdi. Buradaki direniş hareketine katıldığı için babasıyla birlikte tutuklandı; 6 ay tutuklu kaldı. 1960’ta Doktora için Fransa‘ya gitti. Sorbon‘da Din Sosyolojisi ve Dinler Tarihi doktorasını yaptı. Fransa‘da kaldığı yıllarda G. Gorviç, J.P. Sartre, Camus, Schwartz. J. Berque ve Louis Masignon‘dan etkilendi. O yıllarda Cezayir kurtuluş hareketi ile yakından ilgilendi.
1962’de doktorasını tamamlayarak İran‘a döndü. Ancak hava alanında tutuklandı. Birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra salıverildi ve ardından Meşhed Üniversitesi‘nde ders vermeye başladı. Bu dönemdeki faaliyetleri dolayısıyla Şah yönetiminin şimşeklerini yine üzerine çekti ve arananlar listesinde yer aldı. Bir süre sonra tutuklandı ve 18 ay hücrede kaldı.
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra faaliyetlerine devam etti; özellikle 1975-77 yılları arasında Savak ajanlarının sıkı takibine maruz kaldı. 1977’de gittiği Paris‘te, İngiliz istihbaratının yardımıyla Savak tarafından genç yaşta (44) öldürüldü. Cenazesi Şam‘da toprağa verildi.
İran‘da Batı karşıtı fikirlerin mayalanmasında önemli yeri olan Şeriati, 1979 devriminin de fikrî mimarlarından sayılır (devrim günlerinde sloganlaşan “müstekbir-mustaz’af” karşıtlığı söylemi büyük ölçüde onun ürünüdür).
Başta Felsefe, Sosyoloji, Dinler Tarihi olmak üzere birçok alanda sayıları 300’ü bulan kitap, makale ve konferans metni mevcuttur.
Şeriati‘nin, kendine özgü bir “Fars milliyetçiliği” görüşü vardır. Büyük ölçüde dinle özdeşleşmiş bir “kültürel kimlik” anlamındaki bu milliyetçilik, aynı zamanda “ilerlemeci”dir.
Batı emperyalizmine karşı çıkarken “Ebû Zerr” figürünü öne çıkarması, bünyesinde Sosyalizm’den önemli unsurlar barındıran “eklektik” bir fikir dünyasına sahip olduğu yorumlarına yol açmıştır. Bu yorumlarda elbette haklılık payı mevcuttur. (Bu doğrultudaki ifadeleri için “Sosyal Adaletçi ve Devrimci Ebu Zer” adlı kitabına bakılabilir.) Zira İslam‘ın, sadece yoksulların haklarını gözeten bir “sistem” olarak öne çıkartılması eksik bir bakış açısının ürünüdür. İslam‘ın elbette helal yollardan elde edilmiş zenginlikle bir meselesi yoktur. Şu kadar ki, zenginler de kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmekten kaçmamalıdır.
Asıl mesele, tarihin ideolojik bir bakış açısıyla okunmasından kaynaklanmaktadır. Ali Şeriati‘de bu çarpıklığın üstüne bir de İran kültürünün belirleyici unsurlarının tesiri eklenmiştir.
Söz gelimi Sahabe‘den Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve daha bir çok kimse (r.anhum) hakkında kullandığı ifadeler klasik Şii yaklaşımın Şeriati‘nin düşüncelerine etkisini bariz bir şekilde yansıtmaktadır. (“Her gün Aşura, her yer Kerbela” sözünün ona ait olduğu yaygın olarak söylense de, bu söz İmam Ca’fer es-Sadık‘a atfedilir.)
Bununla birlikte onun geriye bıraktığı eserlerden hiçbir şekilde istifade edilemeyeceğini söylemek de kanaatime göre doğru değildir. Bizde “okuyan kesim” arasında, gerekli alt yapı ve birikime sahip olmadığı için her okuduğunun (özellikle de tercüme kitapların) etkisinde kalanların oranı ne yazık ki düşük sayılmaz.
Bu durumda bulunanlar için kitap/yazar tavsiye etmek oldum olası sıkıntılı bir iştir. Bu işin vebalinden kurtulmak için ya tavsiye ettiğiniz yazarın kabul edilmemesi gereken görüşlerinin tek tek çetelesini tutarak okuyucunun eline verecek ve “Bunları kabul etme, diğer fikirlerini benimseyebilirsin” diyeceksiniz, ya da “En iyisi sen bu yazarı okuma” telkininde bulunacaksınız. O zaman da “kimseyi beğenmeyen biri” olmanız işten değil. Ben yine de (bu durumdaki okuyucularla sınırlı olarak) ikinci yolu tercih ediyorum…
Şeriati‘nin bir kısım görüşleri hakkında bir değerlendirme için şu adrese bakılabilir: http://members.fortunecity.com/akademya6/makcoskun4.htm
Milli Gazete – 3 Haziran 2004