Kaynaklara göre seferîlik meselesinde esas alınması gerekenin, “sefer süresi” değil, “gidilecek mesafe” olduğunu söylemiştik. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinin hükmü böyledir. Bu mezheplere göre seferî sayılmak için belirlenen süre 2 gün veya 2 gece yahut 1 gün ve gecedir.[1]Hanefî mezhebi ile bu üç mezhep arasındaki ihtilaf da, bu üç mezhebin kendi aralarındaki ihtilaf da, farklı delillerin esas alınmasından ve bir kısım delillerin farklı … Continue reading Delilleri, “Ey Mekkeliler! Mekke’den Usfân’a gidişte dört berid’den aşağısında namazlarınızı kısaltmayın”[2]Sünenu’d-Dârekutnî, II, … Devamını Oku
Seferîlikte Ölçü ve Kadının Mahremsiz Yolculuğu – 1
Soru 1.) İlim öğrenme (Kuran eğitimi, Arapça vb. ) amacıyla memleketinden çıkıp İstanbul’a okumaya gelen bayan bir talebenin okumasının hükmü nedir? 2.) Bu talebe eğitimi bittiğinde geri memleketine mahremi olmadan örneğin; İstanbul’dan Antalya’ya uçak ile (1.5 saatte) dönebilir mi? Hadiste belirtilen seferi mesafeyi günümüzde yorumlayan bazı hocalardan, bu hüküm güven ortamının oluştuğu bir yolda zaman mefhumu ile uygulanmasının (3 günden az olması) daha uygun olacağını beyan edenler yanında, buna karşı durarak 90 km ölçüsünün uygulanması gerektiğini söyleyen … Devamını Oku
İmam Ebû Hanîfe ve Allah Teala’nın Cihet ve Mekândan Tenzihi – 4
Geçen 3 yazı (1.Yazı, 2.Yazı, 3.Yazı için tıklayınız)* boyunca naklettiğim hususlardan açıkça anlaşılmaktadır ki İmam Ebû Hanîfe, Allah Teala’nın mekânsal anlamda “gökte” olduğunu söylemeyi kesinlikle onaylamamakta, tam tersine Yüce Allah’a mekân isnadı anlamına gelecek her türlü yaklaşımı reddetmektedir. Bütün bu arka planı aklımızda tutarak baktığımızda İmam’ın, Allah Teala’ya dua edilirken aşağıya değil yukarıya yönelmemizdeki hikmeti de, “Cariye hadisi” konusundaki tavrını da aynı bağlamda, yani “tenzih merkezli” olarak değerlendirmemiz gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’nin “Eynellah … Devamını Oku
İmam Ebû Hanîfe ve Allah Teala’nın Cihet ve Mekândan Tenzihi – 3
İmam Ebû Hanîfe’nin “istiva”yı “yerleşme/mekân tutma” tarzında anlamadığını gösteren bir diğer husus da, gerek el-Fıkhu’l-Ekber‘de[1]Ali el-Karî’nin Minahu’r-Ravdi’l-Ezher’I ile birlikte, 119; Kemâluddîn el-Beyâdî, el-Usûlu’l-Münîfe, 43., gerekse el-Akîdetu’t-Tahâviyye‘de[2]Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Akîdetu’t-Tahâviyye (Sa’îd Fûde’nin eş-Şerhu’l-Kebîr‘i ile birlikte), I, 682. Yüce Allah’ın zatı için bir sınır tasavvur etmenin doğru olmadığını vurgulamak amacıyla “lâ hadde leh”, “te’âlâ ani’l-hudûd ve’l-ğâyât” (“O’nun zatının bir sınırı yoktur”, “(Zatının birtakım) sınırlar(la mahdut olmasın)dan ve son noktaları bulunmaktan münezzehtir”) gibi ifadeler kullanmış olmasıdır. Allah Teala’nın zatının, Arş’a bakan … Devamını Oku