Yine Suriye

Ebubekir Sifil2013, Gazete Yazıları, Nisan 2013

Suriye’de yaşananlar bağlamında, mazlumun yanında zalimin karşısında durmamız gerektiğini yazdıkça/söyledikçe bazı okuyucuların ithamkâr tutumlarıyla karşılaşıyorum. Suriye muhalefetini birleştiren bu mesele bizi birbirimizden ayırıyor. İçler acısı bir durum…

Şu anda Suriye’de olanları “ABD/Batı oyunu” olarak niteleyenlerin hareket noktaları şunlar:

  1. Bölgede öteden beri bilinen ve adım adım uygulamaya konulan bir BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) var. Suriye olayları bu planın bir aşamasından başka bir şey değil. BOP’un nihai hedefi ise büyük İsrail.
  2. Merhum Hocamız yıllar evvel bu gerçeğe işaret etmiş ve İsrail’in Avrupa Birliği’ne üye yapılması hedefinin gerçekleşebilmesi için önce Suriye’nin bölünüp bir kısmının İsrail’e verilmesi, arkasından Türkiye sınırları içindeki bazı yerlerin de Arz-ı Mev’ûd ideali çerçevesinde İsrail sınırları içine dâhil edilmesi; böylece Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş bir İsrail ve onun bir “vilayeti” konumunda kalacak Türkiye’nin de ona tabi kılınması hedeflerine dikkat çekmişti.
  3. Suriye’de yönetime kaşı ayaklananları Batı silahlandırıyor ve destekliyor.
  4. Suriye’de kardeş kardeşi öldürüyor. Bu bir “fitne”dir ve bu fitneye alet olmamak gerekir.

Bu argümanları sırasıyla ele alacak olursak;

  1. Bölgede ABD tarafından hayata geçirilmeye çalışılan bir BOP olduğu, BOP’un ilk aşamada hedefinin İsrail’in güvenliğini garanti altına almak ve nihai aşamada büyük İsrail Devleti’ni kurmak olduğu da doğru.

Ancak bölgedeki bütün gelişmeleri bu plana bağlamak doğru değil. Adına “Arap Baharı” denilen bu süreç ilk başladığında temkin telkin eden yazılar yazan birisi olarak diyorum ki, bilhassa Mısır’daki gelişmelerin bu çerçevede değerlendirilemeyeceği gerçeğini görmemiz lazım. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’nin açık beyanları ve İhvan iktidarını hazmedemeyen Batı’nın Mısır’da uygulamaya koyduğu tezgâhlar ve Hüsnü Mübarek kalıntısı laikçi bürokrasinin gösterdiği direnç bunu açık biçimde gözler önüne seriyor. Tabii bu gerçeği görebilmek için, İhvan’ın da “Batıcı/Amerikancı” olduğunu söyleyen İran propagandasının etkisinden kurtulmak gerekiyor.

Burada en az bunun kadar önemli ikinci bir gerçek daha var: Artık sağır sultan bile biliyor ki ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali ayan-beyan İran’ın örtülü-açık desteğiyle olmuştur. Bunu hem İran hem ABD açık bir şekilde dile getirdi. Şu anda Irak’ta yönetimin ağırlıklı olarak Şiilerin kontrolünde bulunması da bunun açık bir göstergesi. Bunun anlamı şudur: ABD Irak’taki Şiileri Saddam’dan daha çok sevdiği için orada onları iktidara getirecek süreci kendi elleriyle hazırladı. Üstelik bu Şiiler, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimî’nin yaşadıklarının da açık bir şekilde gösterdiği gibi işbaşına gelir gelmez ilk icraat olarak oradaki Sünnileri sindirme politikasını hayata geçirdiler.

İslam dünyasında mezhep kavgasını körüklemek kadar büyük bir ihanet olamaz. Aklı başında hiçbir Müslüman Sünni-Şii çatışmasını arzu etmez. Ama bu gerçek, bir başka gerçeği görmemize engel olmamalı: İran kaynaklı Şii ideolojinin, İslam dünyasında kendi hâkimiyet ve hareket alanını genişletmek gibi bir hedefi vardır ve bu da gayet normaldir. Sünni ülkeler tarafından çevrelenmiş bir İran, Sünni dünya ile birlikte hareket etmeye mahkûm bir İran demektir. D–8 Projesi’nin içinde İran’ın da yer alıyor oluşunun hikmetini burada aramak gerekir. Hem nüfusu ve imkânları bakımından istifade edilecek bir güç, hem de 7 büyük Sünnî ülke tarafından çerçevelenmiş tek başına bir İran. Bu elbette son derece akıllıca idi.

Devam edecek.

Milli Gazete – 2 Nisan 2013