“Bir yazar”ın Diyanet’in izlediği politika ve neşrettiği eserleri konu edinen yazısı üzerine Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın kaleme aldığı birkaç cevabî yazı okuduk. Hayli sert bir üslubun hakim olduğu görülen yazılarında hoca Diyanet’i ve yaptığı işleri “büyük bir fedakârlıkla” müdafaa ediyor, Diyanet’in arkasında duruyor.
Bizim vergilerimizle ayakta durması, elbette bizi de ilgilendiren İslamî meselelere doğrudan müdahil olması dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın politikaları, faaliyetleri, ürün ve eserleri hepimizi yakından ilgilendiriyor. Hoca’nın eleştirdiği yazar da en az Hoca kadar Diyanet ve politikaları hakkında görüş belirtme ve eleştirme hakkına sahiptir. Hatta bu, “hak”tan öte “sorumluluk”tur!
Cevabî yazısında Karaman hoca, “Bugün Türkiye’de, bu kurulun (Din İşleri Yüksek Kurulu, E.S) yerine konacak (ikame edilecek, ona değil, buna bakın denecek) herhangi bir icazetli veya diplomalı şahıs veya kurul mevcut değildir” diyor ki, elhak ve “maalesef” doğrudur.
Ancak bundan daha önemli bir başka doğru daha var: Karaman hoca her şeyden önce “sivil” bir kişi olarak bu boşluğu doldurma yolunda gayret göstermesi gerekenlerin başında değil midir? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her dönemde siyasî iktidarın atadığı personel hangi istikamette düşünüyorsa o istikamette hizmet ve eser üretmek durumunda kalan bir kurum görüntüsü verdiğini inkâr edebilir miyiz?
Bu mümkün olmadığına göre Karaman hocanın, Diyanet’in politikalarını “ne pahasına olursa olsun” savunmak yerine, alternatif ve “sivil” bir yapılanmaya önayak olması elyak olandır.
Hoca devam ediyor: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Diyanet Vakfı’nın neşrettiği her kitap ve yazı bu kuruldan geçer. Türkiye’de, böyle bir kuruldan geçen ve dolayısıyla bu ölçüde güvenilir olan başka bir neşriyat da yoktur. Sahih İslam’ı öğrenmek isteyenlere ben de öncelikle, bu kuruldan geçen neşriyatı tavsiye ediyorum.”
Evet, gerek Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları, gerekse Türkiye Diyanet Vakfı yayınları hem kalite, hem de muhteva bakımından piyasa standartlarının üst sıralarında yer almaktadır. Her ikisinin de yayın kataloglarında son derece faydalı eserler yer almaktadır. Ancak bu genellemeye ne demeli?
Diyanet’in neşrettiği iki ciltlik İlmihal’deki arızalar muhtelif vesilelerle gerek bu köşede, gerekse başka yazarlar tarafından muhtelif vasatlarda dile getirildi. Bu “arıza”lar hakkında ne Diyanet’in geri adım attığına şahit olduk, ne de Hoca’nın bunlara iştirak etmediğini ifade ettiği bir beyanına.
Öyleyse Diyanet’in neşriyatının Ehl-i Sünnet’e uygunluk bakımından “eşsiz-benzersiz” olduğu anlamına gelen beyanlardan önce Hoca’nın bu arızalar üzerinde durması gerekirdi.
Daha birkaç gün önce, yeni dönemde neşredilen “İslam’a Giriş” serisindeki birtakım arızalara işaret eden birkaç yazı yazmıştım. Hoca bunları okumamış ve bu eserleri görmemişse, yukarıdaki genellemelerin sahibi olarak bu kendisi için bir eksikliktir; yok, o arızaları gördüğü halde yine de sahip çıkma ısrarındaysa bu, daha büyük bir arızanın varlığının işaretidir. Bu demektir ki gerek Diyanet, gerekse Karaman hoca, “Ehl-i Sünnet’e uygunluk” kriterlerini hayli aş(ındır)mış, gözümüzün içine baka baka Ehl-i Sünnet’in kırmızı çizgilerini –hem de “Ehl-i Sünnet’e uygunluk” söylemi altında– ihlal edici bir tutum benimser hale gelmiştir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 21 Mart 2009