Kısa bir süre kullandığım “zorunlu” izin öncesi yazdığım son yazıları hatırlayanlar, Fıkıh’ta yenilik arayışları konusunu niçin tekrar ele alma gereği duyduğumu soracaktır.
Sözünü ettiğim yazıları, Konya‘da neşredilen “İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi“nin Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocaya armağan edilmiş 3. sayısında yer alan bazı yazılar münasebetiyle kaleme almıştım. Mezkûr derginin bu sayısında –üzerinde müstakil olarak durulması gereken birçok yazı yanında– Yusuf el-Karadâvî‘nin de bir makalesi yer alıyor. Aslı “İslâmiyyetu’l-Ma’rife” dergisinde neşredilmiş olan makalesinin “Kolay ve Çağdaş Bir Fıkha Doğru” adıyla yapılan çevirisinde el-Karadâvî, Fıkh‘ın, Hz. Peygamber (s.a.v)’in gönderiliş maksadının aksi istikamette işlediğini, insanlara yükler ve ağırlıklar bindirdiğini, bu durumdan kurtulmak için ruhsatlardan istifadeyle Fıkh‘ın kolaylaştırılması gerektiğini söylüyor.
Geçtiğimiz hafta içi İstanbul’da katıldığı bir organizasyonda yaptığı konuşmada da el-Karadâvî benzer şeyler söylemiş. Hatta İslam ahkâmının yüzde 93’ünün “değişebilirler” kategorisinde olduğu tesbitinde bulunmuş (artık nasıl hesap ettiyse!). Bir tür “Selefî Modernizm“!?
Belli bir mezhebe bağlı kalmayı reddederken ileri sürdüğü gerekçelere bakıyorum; Kur’an ve Sünnet bize belli bir mezhebe bağlı kalmayı emretmiyor, ya da İslam‘a yeni girenlere hangi mezhebin hükmünü “İslam’ın hükmü” diye anlatmalıyız… gibi hayli yüzeysel değerlendirmelerden oluşuyor. Hele “kolaylaştırmanın zorunluluğu” tezini “globalleşme” ile gerekçelendirmeye çalışması akıl alır gibi değil…
Oysa günümüz dünyasında İslam ümmetinin de Fıkh‘ın da karşı karşıya bulunduğu temel problemi doğru teşhis etmeden içeriye dönük böyle bir “tadilat” faaliyetine girişmek, hiç şüpheniz olmasın daha yıkıcı sonuçlar getirecektir.
Bu tesbit “fazla ithamkâr” gibi görünebilir. Ancak ne yazık ki mesele sadece “mezhep taassubu“nu reddederken kendi tercihini (dolayısıyla mezhebini) “İslam” diye takdim etme garabetinden ibaret değil. Dünyayı, varlığı, olayları bizden oldukça farklı ve yabancı bir bilinç durumuyla okuyanlara ait olan şu anki verili durumu “delaleti ve sübutu kat’î delil” gibi telakki etmek, bunun üstüne “ruhsatla amel” meselesini genelleştirerek (hatta “mutlaklaştırarak”) İslam ahkâmını o doğrultuda ta’dil etmeye kalkmak bir “fakih”te bulunması gereken “basiret ve firaset” ile doğrusu hiç bağdaşmıyor!
Modern dünyada müslümanlar, Fıkh‘ın “ağırlaştırdığı”(!) hükümlerden değil, dünyevileşmekten kaynaklanan “zihniyet dönüşümü”nden kurtulmalı, dikkatler önce bu noktaya çekilmelidir. Bizler dünyevileştikçe, modernleştikçe değerler sistemimiz, düşünme ve değerlendirme tarzımız “müslümanca” olmaktan uzaklaştıkça mezhepleri de ahkâmı da, hatta itikadî sahayı da “özgürlük”, “yenilik”, “çağdaşlık” gibi kavramların belirlemesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda Fıkh‘ı istediğiniz kadar kolaylaştırın, İslam ümmetinin “kendisi olma” konusunda yaşadığı problemin çözümüne asla katkı sunmuş olmazsınız.
Allah’ın rızasını arayan, “teslim olan” ve yüzü ahirete dönük olarak yaşayan insan tipi, yerini, kaytarmaya meyyal, rahatına düşkün ve dünyaya gark olmuş insana bıraktıkça yanlış sorular sorup yanlış cevaplar üreterek gönüllü aldanışımızı sürdüreceğiz…
Milli Gazete – 2 Temmuz 2005