Bu köşede son üç yazıda söylenenlerin önümüze koyduğu önemli gerçek şudur: Çağdaş dünyada kendisini İslam’a nispet eden grup ve akımların, geçmişte Akaid/Kelam alimlerinin yaptığı türden bir analizi şu ana kadar ne yazık ki yapılmış değildir. Bugün Akaid/Kelam konusuyla ilgilenenler ve özellikle bu alanda görev yapan akademisyenler bakımından, çağdaş akımları içine alan yeni bir “Fırak” çalışması yapmak bir zorunluluk, bir borçtur. Hatta bundan önce çağdaş gelişmeler ışığında yeni bir “Milel-Nıhel” çalışması yapılmalıdır.
Bu çalışmalardan ikincisi, çağdaş batıl inanç ve fikir sistemlerini, ideolojileri tanıtmak, analiz etmek ve İslam’ın bunlara rüçhaniyetini ortaya koymak, ilki ise kendisini İslam’a nispet eden fırkaların tanıtım ve tahlilini yapmak suretiyle güncelleştirilmiş bir “İnanç Atlası” oluşturacaktır.
Misyonerlik ve “diyalog” faaliyetlerinin ayyuka çıktığı, tıpkı geçmişteki fırkaların yaklaşımlarının olduğu gibi, çağdaş sapmaların da “zenginlik” olarak görüldüğü ve dahi bütün bu oluşumlardan beslenen bir “mühendislik faaliyeti” söz konusu iken böyle bir çalışmayı hakkıyla kotarmanın zorluklarını biliyorum. Ancak yine de akademik bir hüviyet içinde ve ideolojik bir dil kullanmamaya özen göstererek böyle bir çalışmanın gerçekleştirilmesinin mümkün olduğuna inanıyorum.
Böyle bir Kelam çalışması, geçmişin güncel tartışma alanlarını oluşturduğu halde günümüzde aktüalitesi kalmamış hususları tümüyle dışarıda bırakmasa bile onlara sadece “tarihsel süreç” olarak atf-ı nazar etmeli, ağırlığını çağdaş oluşumlara vermelidir.
Bugünün İslamî anlayışı, büyük ölçüde “çağdaş” kavramların şekillendirmesine terkedilmiş durumdadır. Oysa bu kavramların, Din’in doğru biçimde anlaşılmasının önündeki en büyük engel olduğu ne kadar vurgulansa yeridir; Din’i, tarihi ve bugünü doğru anlamanın, doğru kavramlar üzerine bina edilmiş düşünceden geçtiği de öyle.
Söz gelimi geçmiş İslam alimlerinin hemen hepsi, kendi dönemlerini değerlendirirken insanların ilimden, Din’den ve dinî hassasiyetten uzaklaştığından şikâyet etmiştir. Hatta pek çok kitap, bu olumsuzluğun altını çizmek ve insanlara “doğru”yu hatırmatmak üzere kaleme alınmıştır. Bugüne (Ahirzaman’a) geldiğimizdeyse bize, insanlığın kemal noktasına ulaştığı ve ilmin zirvelerinde dolaştığı söyleniyor. Hangisi doğru?
İmam el-Gazzâlî, gerçek ilmin, insana kendini ve Rabbini öğreten ve onu Allah’a kavuşacağı gerçeğinin sevkettiği arzu ve korkuyla donatan ilim olduğunu söyler ve bu ilmin, kişide kör bir “güven duygusu” ve kibir yerine, Allah korkusu ve tevazu hasıl edeceğini vurgular. Bu bakımdan tıp, matematik… gibi iştigal alanları ona göre birer “ilim” değildir; onlara “sanat” demek daha doğrudur. Çünkü Yüce Allah, “Kulları içinde Allah’tan, ancak alimler hakkıyla korkar” (35/el-Fâtır, 28) buyurmaktadır.
Oysa günümüzde “ilim” (Din), büyük ölçüde bu “sanatlar”ın öncülüğünü üstlenmiş bulunan paradigmanın belirlemesine bırakılmış durumda… Tabiatiyle tanım ve kavramları da “kendine göre” olan bu paradigmanın (tıpkı onun Din hakkında yaptığı gibi) kategorize edilmesi en başta Kelam ilminin görevidir…
23 Temmuz 2002 – Milli Gazete