Bu köşeyi düzenli olarak izleyenlerden zaman zaman “Niçin Milli Gazete‘de yazıyorsunuz?” türünden “yanlış” sorular alıyorum. Bu, ister gerçekten sadece merak, isterse bir temenni ifadesi olsun, kasdını aşan bir etki bırakıyor üzerimde.
Şu sebepten: Eğer okunmaya değer şeyler yazıyorsam ve birileri onları sırf Milli Gazete‘de yer aldığı gerekçesiyle okumuyorsa, kayıp benim değil, onlarındır.
İşin bir de şu boyutu var: Bu ülkede gazete, kim ne derse desin ancak ikinci planda “okumak” için alınır. İlk planda ise o gazete üzerinden imaj üretmek, mesaj vermek ve kimlik tanımlaması yapmak vardır. Bu sebeple Milli Gazete okuyabilmek için öncelikle “Erbakancı” nitelemesine muhatap olmayı göze alabilmek gerekir.
Peki mevcut günlük gazetelerin hangisi bir siyasi hareketi veya lideri desteklemez? Biliyorum bu soru, zihnimizin derinlerinde bir yerlerde saklı duran bir düşünceyi yüzeye çıkardığı için kendi “iç barışıklığımız” bakımından son derece tehlikelidir. Zira “sakıncalı” veya “yaftalı” görüntüsü vermeden, “genel olarak tolere edilebilirler” kategorisinde yer almak, bulunduğumuz hal üzere devam edebilmenin, yani “meşru” olduğumuzu kabul ettirmenin vaz geçilmez şartıdır. Özellikle “yeni durum” böyle gerektiriyor!..
Peki ya “hakikat“e ne oldu?
“Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal” sözü, söyleyeni tarafından ilk söylendiğinde de günümüzdekine benzer bir durum söz konusuydu. Yaşadığımız, daha doğrusu “maruz kaldığımız” süreci böyle mutlaklaştırmasaydık, “sebbit akdâmenâ” (bkz. 3/Âl-i İmrân, 146-8) demeyi böylesine unutabilir miydik?! Belki şunu sormak gerekiyor en başta: Yakın tarihimizde yaşanan “değişim“lerin hangisi tabii bir süreç halinde ve tamamen “iç dinamikler” sonucu ortaya çıkmıştır?..
Zaman zaman “İlm-i Kelam’ın güncellenmesi” gerektiğinden söz ediyoruz ya! Aslında “çağdaş Sofistaiyye” bu süreci çoktan başlatmış durumda. Değerler dünyasına tercüme ettiğimizde bu akımın bize, kaybettiğimizde aramaya değecek bir “değer”imizin olmadığını telkin ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla niçin Milli Gazete‘de yazdığım sorusunun, benimle değil, gazete okuyucusuyla ilgili boyutu üzerinde durulmalıdır…
Nihayet “söz”ün etki gücü ile bağlamı arasındaki doğrudan ilişkiye gelebildik. Farz-ı muhal, aynı yazıları çok satan bir magazin gazetesinde yazmış olsaydım, aklımın ucundan geçmediği halde o gazetenin kimliği ve misyonu ile yazılarım arasında bir ilişki kurulacak; yazdıklarım, gazetenin temel duruşu çerçevesinde anlamlandırılacaktı. Bunun normal, hatta kaçınılmaz olduğunu bildiğim için kimlik ve misyonuna mesafeli durduğum bir gazetede yazmam bahis konusu olamaz.
Milli Gazete‘de yazmaya başladığım Ekim-2000 tarihinden bu yana, hak ve hakikat adına ilmî ölçüler içinde tenkit ettiğim şahıslar ve görüşler oldu, oluyor. Bu yazıların muhataplarının, belli bir toplumsal tabana sahip, dolayısıyla “itibarlı” kimseler olması dahi yazılarımın herhangi bir müdahaleye maruz kalmasını intaç etmemiştir…
Soruya verebileceğim en kısa cevap ise şu: Ya nerede yazacaktım?…
Milli Gazete – 20 Ağustos 2005