“Kilise, İncil, Hristiyanlık” başlıklı yazılar devam ederken, yeni baskısını yaptığını belirttiği “Hz. İsa’nın 114 Hadisi” isimli eserinin word formatını e-posta adresime gönderme lütfunda bulunan muhterem Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocaya bir kere de huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Adı geçen çalışmasında Kilise tarafından “apokrif” ilan edilen kitaplar arasında bulunan “Toma’ya Göre İncil” ile “Mücahid Toma’nın Kitabı“nın tercümesini veren Özemre hoca, aynı zamanda konuyla ilgili önemli arkaplan bilgileri de sunuyor.
“Toma İncili“ni oluşturan 114 pasaja yazdığı yorumlar, sanıyorum bir Müslüman tarafından yazılmış ilk “İncil yorumu” olma özelliğini taşıyor aynı zamanda. “Toma İncili“nin gnostik tarzının sunduğu imkânları da kullanarak Felsefî Tasavvuf‘un dili ile yaptığı yorumlar sonucunda ortaya gerçekten ilgi çekici bir çalışma çıkmış…
Hoca’nın, mezkûr çalışmada ortaya koyduğu son derece önemli hususların özetini bir sonraki yazıya bırakarak burada rezervle karşıladığım bir noktaya değineceğim. Özemre hoca, Hristiyanlar‘ın, Allah Teala‘ya “Baba” diye hitap etmesinin kökeni konusunda şu tesbitte bulunuyor:
” Hıristiyanlar, çocuksu bir şekilde, Tanrı’ya “Baba” ya da “Tanrı Baba” (Allāh Baba) demektedirler. Bu, onların Eski Ahid’den tevârüs ettikleri ve Yeni Ahid’de de Hz. İsâ’nın ağzından duydukları bir gelenektir. Nitekim Eski Ahid’deki kitaplardan Yasanın Tekrarı‘nda (14, 1 ve 32, 6), Mezmurlar‘da (68, 5; 89, 26-27 ve 103, 13), Yeşâya‘da (63, 16), Yeremiya‘da (3, 19 ve 31, 9) ve Malaki‘de de (1, 16) numaralı âyetler Tanrı’yı, ya O’nun ya da Peygamberler’inin ağzından, “Baba” sıfatıyla nitelendirmektedir. Meselâ Yasanın Tekrarı (14, 1)’de Tanrı’nın ağzından: “Sizler, Tanrı’nız Rabb’in çocuklarısınız…“, ve (Yeşâya 63, 16)’da da peygamber Yeşâya’nın ağzından: “… Baba’mız Sen’sin yâ Rabb!…” denilmektedir.
“Ataerkil toplumlarda Baba, ailenin reisi olmak hasebiyle dâimâ: kudreti, otoriteyi, ailenin rızkını sağlamayı, ailenin düzenini kontrol etmeyi, aile ferdlerinin (meslek seçmek, evlenmek gibi konularda) geleceğine karar vermeyi temsîl etmektedir. Babanın bu beşerî fonksiyonlarının çok ötesinde bu kabil fakat evrensel fonksiyonları olan Tanrı’ya ünsîyet kesbetmek, herkesin göstermesi gereken saygıyı sağlamak için ona da istiâre (metafor) yoluyla Baba denilmiştir. Fakat bir şirke yol açabilme potansiyeli karşısında İslâm, Tanrı’nın bunun gibi beşerî bir isimle anılmasına müsaade etmemiş ve İhlâs Sûresi’nin içeriğiyle ve kezâ X/68, XVI/101, XVII/111, XXIX/35, XXI/26, XLIII/82 âyetleriyle Hz. İsâ’nın Sünnet’inin bu vechesini ilgā ederek Allāh’a mecâzî bile olsa babalık izâfe etmeyi yasaklamıştır…”
Oysa Kur’an hem Yahudiler‘i hem de Hristiyanlar‘ı Allah Teala‘nın “evlat edindiği” inancını benimsedikleri için “müşrik” olarak tavsif etmektedir (2/el-Bakara, 116; 4/en-Nisâ, 171; 5/el-Mâide, 17, 116; 9/et-Tevbe, 30; 19/Meryem, 16-35…).
Yani onların “Baba” tabirini bir “metafor” olarak kullandığı ve bununla Allah Teala‘ya gerçek anlamda şirk koşmayı murat etmedikleri söylense dahi, Kur’an onların bu davranışına şirk demekle, bu işin hakikisinin de metaforunun da bir olduğunu vurgulamış olmaktadır.
Esasen Hristiyanlar “Üç’ün Bir’liği“ni izah sadedinde İsa Mesih‘in biyolojik/fizyolojik bir süreç sonucu Bir’den ayrılıp insan suretinde bedenlendiğini söylememektedir. Yani burada kullanılan dil “felsefî”, belki biraz “agnostik” olmakla haddizatında metafordan ibarettir ve bu haliyle “şirk” damgasını yemiş durumdadır.
Öte yandan bu şirkin “Hz. İsa (a.s)’ın sünnetinin bir veçhesi” olarak tesbiti de isabetli değil. Zira Hz. Peygamber (s.a.v)’in bi’seti de “ataerkil” bir toplumsal yapıda vuku bulmuştu; oysa O’nun bu anlama gelebilecek bir tek ifadesinin dahi mevcut olmadığını biliyoruz.
Öyleyse söz konusu metaforun Hz. Musa ve Hz. İsa (ikisine de selam olsun) tarafından tebliğ edilen Hak Din‘in dili ile ilişkilendirilmesinin doğru olmadığını söylemek durumundayız. Bu, tamamen Pavlus Hristiyanlığı‘nın marifetiyle dogma haline getirilmiş bir inancın yansıması olmalıdır. Pavlus‘un “yeni din”e geçmeden önce aristokrat bir Yahudi olarak Grek din ve kültür hayatına yakından muttali olduğu ve “yeni din”e oradan pek çok unsur ithal ettiği, konuyla ilgili araştırmacıların ve hatta bizzat Özemre hocanın değindiği bir realitedir.
Dolayısıyla eğer Nebevî mirastan bir aslı varsa, “Baba” kavramının da, tıpkı “periclytos”un (Ahmed) “paraclytos”a (Tesellici) çevrilmesi gibi bir “operasyon” sonucu ortaya çıktığını söylemek en doğrusu olsa gerek…
Not:
“Kilise, İncil, Hristiyanlık” başlıklı yazı serisinin ilkinde Prof. Dr. Suat Yıldırım hocanın “Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık” adlı kitabında –muhtemelen dizgi hatası sonucu oluşmuş– bir tenakuza işaret etmiştim. Muhterem hocam lütfedip bir açıklamayı göndermiş. Aynen alıyorum:
“Aziz kardeşim Ebu Bekir Sifil beyefendi
“10 Mayıs 2005 tarihli yazınızda “Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık” kitabıma atıfta bulunup ,”baskı hatası yoksa” kaydıyla s.63 ile s.70 arasında bir tenakuz olduğuna işaret etmişsiniz. Makalenize dün muttali olup kitabıma bakınca, s.63’de “me” olumsuzluk ekinin dizgi hatası sonucu düştüğünü tesbit ettim. Cümle şöyle düzeltilmelidir: “Pavlus, Hıristiyanlığı on iki havariden ve Kudüs’te öğrenmemişti”.
1-Kitabıma yaptığınız atıflardan
2-Dikkatli okuyuşunuzdan
3-Dizgi hatası sonucu bu yanlışın olabileceğini düşünüp bu hüsnüzannınızı ifade etmenizden ötürü teşekkürlerimi sunar, tevfik-i ilahinin daima refikiniz olmasını niyaz ederim.”
Milli Gazete – 19 Mayıs 2005