Geçen yılın 9 Temmuz’unda İmam el-Mâturîdî‘nin Te’vîlâtu’l-Kurân isimli tefsirinin neşriyle ilgili bir yazı yazmıştım. O tarihten geçtiğimiz haftaya kadar Te’vîlât‘ın neşrinin ne durumda olduğu konusunda doğrusu herhangi bir fikrim yoktu.
Geçen hafta İzmit/Derince‘deki konferansı vesile edinerek yarım günlüğüne de olsa yolumuzu İstanbul‘a düşürdük. Zaman darlığı sebebiyle kimseyle görüşemeden ve bir yere uğrayamadan kısa kesmek zorunda kaldığım bu İstanbul “kaçamağı”ndan, yanımda, bütün yorgunluğumu alan güzel bir hediye ile döndüm: Te’vîlat‘ın ilk 5 cildi.
Burada hemen, bu eşsiz eseri ilim alemine kazandıran Ebû Hanîfe Ve İmam Mâturîdî Araştırma Vakfı ve Mizan Yayınevi yetkililerine muhterem Ahmed Vanlığolu ve Prof. Dr. Bekir Topaloğlu hocalara şükran borçlu olduğumuzu bir kere daha ifade ediyor ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ayrıca eserin neşredilmiş ciltlerini bana ulaştıran Daru’l-Hikme‘deki arkadaşlara da kocaman bir teşekkür göndermek boynumun borcu!..
Bu yazıyı yazmadan önce Google ve Yahoo arama motorlarında “Te’vîlât” adıyla bir araştırma yaptım. Eser ve neşri hakkında Türkçe herhangi bir tanıtım yazısına rastlayamadım. Belki internete geçmemiş olanlar vardır; ama ben haberdar değilim.
İmam Ebû Hanîfe‘nin itikadî çizgisini ve Fıkıh Usulü‘nü yansıtan en hacimli –ve elbette “ilk”lerden– olan, hakkında el-Kuraşî‘nin, “Sahasında hiçbir kitabın kendisine denk olmadığı, hatta konusunda daha önce yazılanlar arasında kendisine yaklaşanın bile bulunmadığını söylediği Te’vîlât‘ın bu gerçekten göz doldurucu ilmî neşri konusundaki bu suskunluğu neye bağlamalıyız?
Fihristlerle birlikte 18 ciltte tamamlanması planlanan bu muazzam ve muhalled eserin neşriyle ilim alemi “Hanefî-Mâturîdî çizgi” hakkında daha rahat konuşma imkânına kavuşacaktır. Bir vesileyle dikkat çektiğim bir hususu burada da tekrar etmek istiyorum: Ülkemizde bir zamanlar dillere pelesenk edilen bu ifade (Hanefî-Mâturîdî çizgi), “Türk İslamı” tabiri ile paralel bir kullanımla “Ilımlı İslam” modelini anlatmak üzere tedavüle sokulmuştu. İçinde, günümüzde BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde gündeme getirilen “Tasavvuf İslamı“nın da bulunduğu bir yığın kavramla birlikte, zararsız, itirazsız, teklifsiz, talepsiz, kokmaz-bulaşmaz bir “İslam” modelini terviç/teşvik etmek üzere kullanılan bu kavramlara biraz yakından bakıldığında aslında temelde bir çelişki arz ettiği görülecektir.
Eğer “Hanefî-Mâturîdî İslamı” tabiri ile “Tasavvuf İslamı” tabiri birbirinin paraleli olarak kullanılıyorsa, burada ya derin bir saptırmanın ya da derin bir cehaletin örneği veriliyor demektir. Zira el-Kevserî merhumun da belirttiği gibi Hanefî-Mâturîdî ulemanın Tasavvuf’a intisap oranı, Şâfi’î-Eş’arî ulemaya oranla daha azdır. Yani her ikisi de manipülatif olan “Tasavvuf İslamı” tabiri ile “Hanefî-Mâturîdî İslamı” tabirini birbirinin müradifi (eşanlamlısı) olarak kullanmak isabetli değildir.
Te’vîlât‘tan hareketle “Hanefî-Mâturîdî çizgi” hakkında bir şeyler söylemeye niyetliydim. Ama gördüğünüz gibi ne ben kısa yazmayı öğrenebildim, ne de bu sütunun boyutları uzun yazmama müsaade etti. Her hal-u kârda yarın devam etmek durumundayım…
Milli Gazete – 29 Nisan 2006