- Özellikle İbn Teymiyye ile birlikte başlayan ve İbn Teymiyye‘nin bıraktığı yerde durmadığı açık olan süreçte anlam sahası daraltılmaya çalışılan tevessül, aslında “sebebe sarılma” babında değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. Nassların sadece “mantuk”unu değil, “mefhum”unu da dikkate aldığımızda, başkasından dua istemenin de, şefaatin de aynı kapsama girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ne var ki, sözünü ettiğim süreç ile birlikte tevessül, “iyyâke na’budu ve iyyâke nesta’în” ayetinin karşısına yerleştirildiğinde, sadece tevessülün hak olduğuna inananlar ve onu savunanlar değil, dişi ağrıdığında dişçiye gidenler, arkadaşından ödünç para isteyenler, istişare maksadıyla birisine akıl danışanlar, hatta bilmediğini öğrenmek için bir bilenin yardımına başvuranlar bile “şirk” ithamıyla yüzyüze bırakılmış oldu aslında. Zira bu yaklaşıma göre –Çevikel‘in meallendirmesiyle “Yalnız sana kulluk ettiğimiz için yalnızca senden yardım isteriz” dediğimizde, –yine Çevikel‘in tesbitiyle– şunu da peşinen kabullenmiş oluyoruz: “Kimin kuluysan ondan iste!” diyor Allah. Bu, bir bakıma şöyle formüle edilir: Birinin kimden ne istediğine bak, onun kime ne kadar kul olduğunu anlarsın!”
Otoyola bir kere yanlış girdiniz mi, geri dönmek için bile yanlış istikamette yola devam etmek zorunda kalıyorsunuz; ta ki yol size geri dönme imkânı verene kadar… Çevikel de tevessül meselesinde yola yanlış istikametten girdiği için kaçınılmaz olarak yanlış bir menzile varıyor: Tevessül‘ü savunanlar arasında hiçbir aklı başında kişi, bu kavramı putperestlerin tavrını çağrıştırır biçimde “Allah’a yakın olmak için vesile-vasıta-aracı edinmek” anlamında kullanmadığı halde Çevikel bu önkabul ile yola çıkıyor. Açıktır ki, Mâide ve İsrâ ayetlerini tevessüle delil olarak kullananlar, söz konusu ayetlerin, Çevikel‘in de sıhhatini zımnen itiraf ettiği “mağarada mahsur kalan üç kişi” hadisinin anlattığı “amel-i salih ile tevessül“e ve alimlerin, salihlerin rehberliğine başvurma anlamında “şahıslarla tevessül“e delalet ettiğini söylemektedir.
Söz buraya gelmişken Çevikel‘in bir çelişkili istidlaline dikkat çekelim: Eğer “Mağarada mahsur kalan üç kişi hadisi (eshab-ı rakîm), salih amelin vesile kılınmasını anlatır” tesbiti doğruysa, tevessülü “yakınlaşmak için ilgi ve çabayı yoğunlaştırmak” şeklinde tarif etmek yanlış olmalıdır. Zira mağarada mahsur kalan üç kişinin yaptığı, “Allah’a yakınlaşmak için ilgi ve çabayı yoğunlaştırmak” değil, bir sıkıntıyı def etmesi için amel-i salihi vesile edinerek Allah Teala’ya yalvarmak/dua etmektir!
Kur’an tevessülün belli bir çeşidini/boyutunu zikretmiş ve diğerlerini meskûtun anh bırakmışsa, bu, diğer kullanımların “yol kazası” eseri olduğunu mu gösterir? Tevessülün bu anlam boyutunu, yani sadece “Allah‘a yaklaşmak için” değil, “bir sıkıntının def’i için” de tevessüle başvurulabileceğini kabul ettiğimizde muhayyel bir “yol kazası”ndan bahsetmiş oluruz.
Öte yandan bu yargıyı bu kesinlikte ifade edebilmek için ilk Müslüman kuşak tarafından tevessülün, Kur’an‘daki kullanımı dışında başka bir anlamda kullanılmadığını ortaya koymak şarttır. Hatta “tevessül” kelimesi ile ifade edilmemiş olsa bile aynı muhtevayı veren başka kelimelerin kullanılmadığını isbat etmek kaçınılmazdır. Burada karşımıza öncelikle rivayetler çıkar ki, durumun öyle olmadığının en açık delili budur.
Haftaya devam edeceğiz.
Milli Gazete – 5 Eylül 2005