Soru: “1- Mütevatir hadisin münkiri tekfir olunur mu?”
2- “Ben hadise inanıyorum, lakin Resulullah efendimize aidiyetine inanmadığım için bu hadisin sahih olduğuna inanmıyorum” diyenin itikaden hükmü nedir?”
3- “Resulullah da (s.a.s) söylese kabul etmem diyen zaten keferedir, ona şek yok.”
4- “Altın ve ipeğin haramlığı Sünnet’le sabittir. Mütevatir oluyor herhalde. Bu hükmü inkar küfür müdür?”
5- “Hadisin mütevatir olduğunu inkar küfür müdür?”
6- “Bir muhaddis bir hadise mevzu derse, diğeri de mevzu değildir derse bu hadisin hükmü ne olur?”
7- “Müçtehit deyince ben fakihleri anlıyorum. Peki hadiste, sünnette, tefsirde, kelamda ve tasavvufta da müçtehit var mıdır?”
Cevap: 1. Mütevatir hadisin münkiri tekfir olunur. Lafzî mütevatir hadisler için bu durum böyledir. Manevî mütevatirlerde ise, tevatürün oluştuğu müşterek noktanın inkârı kişiyi dinden çıkarır. Tevatürü oluşturan ortak nokta dışında kalan hususların inkârı küfür olmaz.
- Hadis’i dinî bir delil olarak gören, bununla birlikte belli bir hadisin Efendimiz (s.a.v)’den sadır olduğu konusunda şüphesi bulunan kimse dinden çıkmaz. Ancak bu şüphenin gerçekten makul sebeplere dayanması gerekir. Aksi halde bu şüphe ve inkâr kişinin diyanetine zarar verir.
- Doğrudur…
- Altın ve ipeğin (erkeğe) haramlığı Sünnet’le sabittir. Bu konudaki rivayetlerin mütevatir olduğunu söyleyen ulema nazarında bunların inkârı küfürdür. Ancak bu söylediğimiz, altın ve ipeğin her kayd-u şart altında haram olduğu anlamına alınmamalıdır. Fıkıh kitaplarında ve Hadis şerhlerinde bu konunun ayrıntıları verilmiştir. Belli bazı alimler tarafından dahi olsa kimi hadislerin mütevatir olduğu söylenmişse, bize düşen, o konularda dilimizi tutmaktır.
- Hadisin mütevatir olduğunu inkâr küfür değildir. Ancak bu inkârın makul ve muteber delillere dayanması gerekir. Sırf akla, zanna veya zayıf görüşlere dayanarak tevatürü inkâr etmek son derece tehlikelidir.
- Bir muhaddisin mevzu olduğunu söylediği, bir diğerinin ise aksini savunduğu bir hadis hakkında, eğer ilmî birikimimiz elveriyorsa durumu tahkik ederiz. Yeterli birikim ve altyapımız yoksa o konuda çoğunluğu oluşturan alimlerin görüşüne meylederiz. Eğer sadece iki alim ihtilaf etmişse ve başka görüş bulunup bulunmadığını bilmiyorsak, en iyisi tevakkuf etmektir.
- “Müçtehid” tabiri esasen Fıkhî meseleler hakkında kullanılır. Ancak Fıkhî meselelerin bir temeli de Hadis/Sünnet olduğu için, müçtehidin Hadis/Sünnet konusunda da içtihad seviyesinde olması gerekir. Demek ki Hadis/Sünnet ilminde de “içtihad” mertebesinden söz etmeliyiz. Aynı durum aşağı yukarı Tesir ilmi için de geçerlidir. Tefsir ilminin vazgeçilmez kaynaklarından birisinin de Hadis olduğu ve dahi müfessirin, ahkâm ayetlerinden hüküm çıkarmak durumunda olduğu malum bulunduğuna göre burada da aynı durum söz konusu olacaktır. Kelam ve Tasavvuf’ta ise ıstılahî anlamda “içtihad” bahis konusu değildir. Ancak bu, mezkûr iki sahanın “otorite”den hali bulunacağı anlamına gelmez. Elbette bu sahaların da mukteda bih üstadları, imamları vardır. Fıkıh ilminde nasıl bir müçtehidi izlemek gerekli ise, bu sahalarda da o rehberleri izlemek kaçınılmaz bir görevdir.
Milli Gazete – 22 Haziran 2004