İslam Hukuku açısından dokunulmaz olan vakıfların Fatih Sultan Mehmed Han tarafından el konularak “tımar“a dönüştürülmesi Hilmi Yavuz tarafından Osmanlı‘da biri Şer’î, diğeri laik/seküler hukuktan oluşan ikili bir hukuk sisteminin yürürlükte olduğu şeklinde yorumlanmaktadır: “Anlaşılan o ki, Osmanlı, “Fatih Kanunnamesi” ile Şer’i Hukuk ile Örfi Hukuk’un öznelerini birbirinden ayırmış ve Şeriat, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın deyişiyle “hususi hukukta hakim kalmıştır.” Bu durum, Osmanlı’da “ekser ulemanın tecviz ettiği” Şeriat dışı bir hukuk alanından söz etmenini mümkün olduğunu gösterir.”
Sadece Fatih Kanunnamesi‘nde yer alan iki uygulamanın (ki biri “evlat katli” meselesi idi ve bir önceki yazıda üzerinde durulmuştu), Osmanlı hukuk sisteminde böyle ikili bir yapıdan söz edilmesi içini yeterli olup olmadığı ayrı bir mesele. Benim bu yazıda üzerinde duracağım asıl nokta, Fatih‘in, Şer’an dokunulmaz olan vakıf müessesesine el koyduğu iddiasının kıymet-i harbiyesi olacak.
Bilindiği gibi Osmanlı‘da devlet gelirlerini oluşturan kalemlerden birisi de haraç, cizye vb. vergileridir. Devlet bu gelirleri önceleri “ikta” adı altında bazı hayır cihetlerine –süreli olarak– sarf etmiş, bilahare bu tahsisat “vakıf” adı altında süresiz hale dönüştürülmüştür.. Literatürde “irsadî vakıf” denen bu uygulama, özellikle mirî araziden elde edilen vergi gelirlerinin tahsisine dayanmaktadır.
İrsadî vakıflar kendi aralarında ikiye ayrılır:
- 1. İrsad-ı sahih: Beytülmal‘e ait bir mülkün menfaatini veliyyül emr veya onun izniyle başka biri tarafından Beytülmal‘den istifadeye istihkakı olan kimselere tayin ve tahsis edilmiş olmasıdır.
- İrsad-ı gayri sahih: Beytülmal‘e ait bir mülkün menfaatini veliyyül emr veya onun izniyle başka biri tarafından Beytülmal‘den istifadeye istihkakı olmayan bir kimseye tahsis edilmesidir. Araziyi milliyeden bir parçanın vergisini şuna buna vakıf ve tahsis gibi ki, iptali caizdir. (Ö.N.Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, IV, 285)
Konunun özü şudur: Devlet başkanı veya yetkili kıldığı bir şahıs, devlete ait bir arazinin gelirlerini Beytülmal (hazine)’den istihkakı bulunan bir hayır cihetine devamlı olarak tahsis eder; bu tahsise manevi bir dokunulmazlık sağlamak için de adına “vakıf” der.
Bu uygulama maksadına uygun yürütüldüğünde problem yoktur. Ancak zaman içinde konuyla ilgili görevlilerin amaca uymayan kötü tasarrufları söz konusu olduğunda Devlet başkanı olaya el koyar ve Beytülmal‘e (yani kamuya) ait olan bu gelirleri asıl müstehak olanlara yönlendirir.
Bir diğer şekilde söyleyelim: İrsadî vakıflar, her ne kadar adı “vakıf” olsa da gerçek anlamda vakıf değildir; dolayısıyla amacı dışında kullanıldığı zaman iptali caizdir. Zira gelirlerinin aslı Beytülmal‘e aittir.
İşte Fatih‘in yaptığı da budur. Beytülmal‘e ait bir gelirin, zaman içinde hayır cihetlerinden olmayan yerlere keyfi bir şekilde tahsisi gerek Beytülmal’in idaresini belirleyen ilkelere, gerekse vakıf mantığına uymadığı için bu uygulamayı durdurmuş ve meseleyi aslına irca etmiştir.
Bilahare II. Bayezid döneminde, Fatih tarafından iptal edilen bu uygulama eski haline iade edilmiştir.
Bu “gayri sahih” (irsadî) vakıfların (daha doğrusu “tahsisler”in) gerek tarihî ve fıkhî geçmişi, gerekse Beytülmal gelirlerinden istihkakı olmayan cihetlere sarfını durdurma uygulamasının izahı Prof. Dr. Ahmed Akgündüz tarafından Belgeler Gerçekleri Konuşuyor serisinin II. cildinde (104 vd.) kaynaklara inilerek geniş bir şekilde yapılmıştır. Konu hakkında fazla malumat edinmek isteyenler oraya bakabilir.
Netice olarak son derece tartışmalı bir-iki çıkarsamadan hareketle meseleyi alabildiğine genelleştirip “Anlaşılan o ki, Osmanlı, “Fatih Kanunnamesi” ile Şer’i Hukuk ile Örfi Hukuk’un öznelerini birbirinden ayırmış…” sonucuna ulaşmak gerçekle bağdaşmayan gayri ilmî bir tutumdur. Zira bahse konu uygulama İslam Hukuku‘nun onayı ile sadece irsadî vakıflar hakkında ve belli bir dönemle sınırlı olarak yapılmıştır. Bunu tüm vakıf çeşitlerine teşmil etmek ve Osmanlı tarihi boyunca sürmüş bir uygulama olarak göstermek doğru değildir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 26 Şubat 2004