Daha evvelki bir seri yazıda, ele aldığı birtakım meselelerde Usul zemininde hareket etmediğini söylediğimden olsa gerek, son tartışmada hoca, “kelamın zahiri” hakkında söylediklerimi Usul-i Fıkıh’taki “zâhir” terimine çekerek bu vadide bazı açıklamalarda bulundu. Oysa et-Teftâzânî’nin “yedullu bi zâhirihî” şeklindeki sözü doğrudan Usul-i Fıkıh’taki “zâhir” anlamında olmayıp, günlük dildeki kullanımı yansıtmaktadır. Bir başka deyişle orada geçen “zâhir”den kasıt, “sözün ilk akla gelen anlamı”, “okuyanda/dinleyende ilk anda çağrıştırdığı anlam”dır ve Usul-i Fıkıh’taki “zâhir”le doğrudan bir ilgisi yoktur.
Bir an için oradaki “yedullu bi zâhirihî” ifadesinin Usul-i Fıkıh’taki “zâhir”in delaletini kasdettiğini düşünsek bile, mesele yine hocanın mutlak ifadelerle yansıttığı gibi değildir. Bizzat et-Teftâzânî, bunun böyle olduğunu söylememizi gerektiren bir tavırdadır. O, Sadruşşerî’a’nın et-Tavdîh’te “zâhir” terimine ilişkin olarak söyledikleri hakkında et-Telvîh’te şöyle der: “Müellifin sözünün zahiri, “zâhir” teriminin, kendisiyle neyin murad edildiğini açıkça anlattığı (…) görüşünün itibara alınacağını iş’ar etmektedir. Şu kadar var ki, müteahhirun arasında meşhur olan görüşe göre, (…) “zâhir” teriminin, zahir (açık/belirgin) ifade olarak yer aldığı mana için sevk edilmemiş olması şarttır…”[1]et-Teftâzânî, et-Telvîh, I, 232. Aynı ifade müteahhar pek çok Usul kitabında aynen yer almaktadır.
Bu kısa alıntı sadece “zâhir” terimi hakkında et-Teftâzânî’nin, hocanın yaptığından farklı bir izah yaptığını anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda “zâhir” kelimesinin her geçtiği yerde aynı anlamı yüklenmediğini de dikkatimize sunuyor. Burada çeviriyi zor anlaşılacak şekle soktuğunu bile bile, iki farklı anlamda kullanıldığı yerler dikkat çeksin diye “zâhir” kelimesini olduğu gibi bırakmayı tercih ettim. Açıkça görüldüğü gibi, kelimelerinden birisi “sözlük anlamı, sözün ilk akla getirdiği anlam, …” diye ifade edebileceğimiz bir mana taşırken, diğeri bir Usul-i Fıkıh terimi olarak yer almaktadır ve dakik teknik ayrıntılarla incelenmiştir.
Hiç şüphesiz bir terim olarak “zâhir”in ne ifade ettiği konusundaki bu izah sadece et-Teftâzânî’ye mahsus bir tesbiti yansıtmıyor. Konunun Usul kitaplarından tahkiki kolay olduğu için bu noktada yazıyı alıntılara boğarak uzatmayı gereksiz görüyorum.
Hocanın, “Zahirin delaleti her zaman açık olur, ancak tevile ve neshe de açık bulunur. Açık olmayana hafî derler…” şeklindeki tesbitine gelince; Usul kitabı yazmış birisinden beklenen titizliği yansıtmadığını söylememiz gerekiyor. Zira;
- Benim sözümde geçen “zâhir”in “açıklık” noktasında mukabili “hafâ” değil, “vuzûh”tur.[2]”Zuhûr” ile “vuzûh” arasındaki fark için bkz. et-Telvîh, I, 233.
- Terim olarak “zâhir”, delaleti her zaman açık olmadığı için tevile açık olur.
- “Hafî”nin “zâhir”in karşıtı olmasına gelince, hafâsı (kapalılığı) bizzat lafzın kendisinde mevcutsa bu türlü hafî, zâhirin karşıtı değildir. Hafî’nin, zâhirin karşıtı olduğunu söyleyebilmek için hafânın (kapalılığın) lafzın bizzat kendisinden değil, arızî bir durumdan (dış bir etkenden) kaynaklanması gerekir.[3]Molla Hüsrev, el-Mir’ât, 106. Çünkü nasıl açıklık bakımından “zâhir”, aynı kategoride yer alan lafızların en zayıfı ise, kapalılık bakımından hafâsı arızî bir etkenden kaynaklanan hafî de aynı kategoride yer alan lafızların hafası en zayıf olanıdır…
Hocanın bir ifadesi/ithamı ile bitireyim: “Dini ve Ehl-i sünneti istismar ederek gönüllerimize hakim olmak isteyen, sevmeye mecbur olmadıklarımızı sevmeye zorlayanların şerrinden Allah bu ümmeti korusun! Allah zalimleri sevmiyor, zalimleri sevenler, Allah’ın sevmediklerini sevmiş oluyorlar” diyor hoca.
İşte bu olmadı hocam! Gerçekten olmadı! Ehl-i Sünnet’i istismar, gerçekten ağır bir itham. Buna mukabele ederek meseleyi farklı alanlara çekmeyi hem gereksiz, hem de yakışıksız buluyorum.
Not: Bazı internet sitelerinde benim “Kola haramdır” dediğim söylenmiş. Ben böyle bir şey söylemedim. Sadece belli bir kola markasının, gelirini Ümmet’in imhası amacı doğrultusunda kullandığı için tüketilmesinin haram olduğunu söyledim. Bu sözüm bütün kola markaları için genelleştirilmemelidir.
Milli Gazete – 21 Şubat 2011