Geçen hafta İstanbul’daydım. Zamanımın çoğunu geçirdiğim Daru’l-Hikme‘de gerçekten faydalı oturumlar yaptık. Bu köşenin müdavimleri, daha önce Daru’l-Hikme hakkında yazdıklarımı hatırlayacaklardır. İstanbul’da bulunanlarınıza orayı mutlaka ziyaret etmelerini öneririm.
Daru’l-Hikme‘deki bu oturumların bende bıraktığı doyumsuz tat hakkında ne kadar uzun yazsam yeridir. Ancak bu yazıda bir başka hazdan söz etmeyi tercih edeceğim. Orada kaldığım gecenin ilerleyen saatlerinde sevgili Hakan hocam, “Muhtevası itibariyle İslamî ilimlerin herhangi bir dalına sokulması müşkil olan kitaplardan bahisle, örnek olması kabilinden iki kitap gösterdi. el-Emedu’l-Aksâ ve Fehmu’l-Kur’an isimlerini taşıyan bu kitaplardan ilkine o gece şöyle bir göz gezdirdim.
Gerçekten de “çarpıcı” bir muhtevası vardı. Ankara’ya döndükten sonra kitabı temin ettim ve okumaya başladım. el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî‘nin Risâletu’l-Müsterşidîn‘i ve İmam el-Gazzâlî‘nin İhyâ‘sı ile benzerlik arz eden yanları bulunduğuna eserin muhakkiki de dikkat çekiyor. Evet, zühdden, fakrdan, ibadet ve ubudiyetten bahsediyor; ancak yine de bu, alışılagelmiş bir Tasavvuf kitabı değil.
el-Emedu’l-Aksâ’nın bir “Tasavvuf kitabı” olarak nitelendirilmesi, muhtevasının “tüketilmesi” anlamına geleceği için ben ona “Tasavvur kitabı” demeyi tercih edeceğim. Yazarı, Te’sîsu’n-Nazar isimli risale hacmindeki eseriyle tanıdığımız, 5/11. asır Hanefî ulemasından Ebû Zeyd ed-Debûsî.
Her ne kadar Usul ihtilaflarının fer’î meselelere taallukunu işleyen muhtevasıyla kendi dönemi için gerçekten özgün bir “bakış açısı” tesis ettiği müsellem ise de, “Te’sîsu’n-Nazar” isminin bugün bizler için gerçek müsemmasının –müellifinin ruhaniyetinden i’tizar ederek– el-Emedu’l-Aksâ olduğunu söylersem fazla ileri gitmiş olur muyum, bilmiyorum ama, en azından “benim için” durumun böyle olduğunu söylemeliyim.
Zira el-Emedu’l-Aksâ, insanın varoluşsal yapısından hayatın mahiyetine kadar Müslüman bilincinin yeniden inşası için ihtiyaç duyduğumuz temel ontolojik gerçekleri, hikmet ve derin bir vukufiyetle ele alıyor; yani gerçekten de tam anlamıyla bir “te’sis-i nazar” faaliyeti gerçekleştiriyor.
“Güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez” fehvasınca bu kısa yazı çerçevesinde el-Emedu’l-Aksâ‘nın muhtevasından bahsetmeye kalkışarak, diğer pek çok “değer”e reva görülen türden bir “tüketilme”ye kurban gitmesine gönlüm razı olmadığı için, sadece ilgililerine bir “hatırlatma” olsun istedim. Daha önce okumuş olanlara onu bir kere daha okumalarını, benim gibi onunla tanışma bahtiyarlığına henüz ermemiş olanlara da en kısa zamanda temin edip bu eseri “sindire sindire” okumalarını tavsiye ederim.
Görünen o ki, bu eser bundan sonra, bu köşede yapmaya çalıştığım şeyin temel referanslarından birisini oluşturacak. Teşekkürler Dâru’l-Hikme, teşekkürler Hakan hocam!..
Milli Gazete – 14 Haziran 2003