Geçen yazıda hermenötik ve tarihselciliğin Kur’an bağlamında kaçınılmaz olarak şu iki sonuçtan birine varacağını söylemiştim: 1) Kişi kendisini Allah Teala’nın yerine koyabilir, 2) Kur’an Allah kelamı değildir.
Bu hususlardan ilki, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun kabul edilmesi halinde söz konusu olacaktır. Böyle bir kabul ise, kişinin vahye “iman” ettiğinin ifadesi olacağından, hermenötik ile temel bir çatışma oluşturur. Zira vahye inanan insan, Kur’an’ın –haşa– her türlü müdahaleye açık ve maruz bir “kadavra” değil, varlığın tümü için bir “hidayet” kaynağı, bir “rahmet” ve “rehber” olduğuna inanmış demektir. Şu halde Kur’an, empati yoluyla kaynağından daha iyi anlaşılabilecek “sıradan bir metin” değil, ilk muhatabı olan Hz. Peygamber (s.a.v)’i bile ilzam eden ilahî bir mesajdır.
İkinci husus ise bir Müslüman için ancak “Gayrimüslimleşmesi” halinde söz konusu olabilir. Çünkü Kur’an’ın Allah kelamı değil Peygamber sözü olduğu iddiası Gayrimüslimler’e aittir ve pek çok Oryantalist bu temel iddiadan hareket ederek Kur’an’a hermenötik anlama yöntemleri ile yaklaşmayı denemiş, onun tarihselliğinden bahsetmiştir.
Fazlur Rahman’ın bu noktada “Allah Teala’nın, inzal sürecinde meydana gelen olaylara Hz. Peygamber’in zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar” olarak tavsif ettiği Kur’an’ın “hem Allah Teala’nın, hem de normal olarak Peygamber’in sözü” olduğunu söylemesi son derece dikkat çekicidir. Bu yaklaşımda Kur’an’ın kendisini tarif ediş biçimi değil, tarihsellik ve hermenötik teorilerinin “herhangi bir metne” nasıl yaklaşılması gerektiğine ilişkin söylediklerinin temel alındığı görülmektedir.
Tam bu noktada şu soru bu yaklaşımın meşruiyetinin tesbitinde önem kazanır: Kur’an’a böyle yaklaşılabileceğine ilişkin Kur’anî bir veri var mıdır? Bu soruya, diğer “Kutsal Kitaplar”ın da böyle bir “muameleye” maruz kaldığı söylenerek cevap vermek tutarlı ve ahlakî değildir. Zira bir önceki yazıda da belirttiğim gibi o kitapların bağlıları, onların Allah’tan gelen ve “olduğu gibi” kayda geçirilerek bugüne kadar intikal eden metinler olmadığını kabul etmekle, kendi kitapları hakkında Müslümanlar’ın Kur’an inancından temelde farklı bir tutum benimsemiş olmaktadır.
Kur’an ve Tarihselcilik adını taşıyan çalışmasında Dr. Şevket Kotan bütün bu hususları derin bir vukufiyetle ele alarak işlemiş. Konuyla ilgili olarak Fazlur Rahman, Roger Garaudy, Hasan Hanefi ve Muhammed Arkoun’un yaklaşımlarını eleştirel bir süzgeçten geçirerek okuyucuya sunan Kotan’ın bu çalışmasından ayrıntılı olarak ileride bahsedeceğim.
Burada, böyle bir konunun doktora tezi olarak gözetiminde hazırlanmasına imkân tanıyan ve www.akademyayadogru.com sitesindeki (bu siteyi ziyaret etmeyenler varsa birçok güzel şeyi kaçırdıklarını belirteyim) bir yazısında teze herhangi bir müdahalesi olmadığını belirten Prof. Dr. Salih Akdemir’e ve tabii eserin sahibi Dr. Kotan’a teşekkür etmemiz gerekiyor.
(Tarihsellik ve hermenötik tartışmalarına yeni ve ciddi bir katkı teşkil eden bu kitap için: Beyan yay. 0212. 512 76 97)
2 Temmuz 2002 – Milli Gazete