Kur’an ve Sünnet’in temel hedefinin, “insanlar arasında adaleti, eşitliği… sağlamak” olduğunu söylemek doğruysa –ki bunu dahi doğru dürüst tartışmış değiliz–, bunun nasıl gerçekleştirileceği sorusu meselemizin bel kemiğini oluşturmaktadır.
Bu meselenin “Allah tasavvuru” ile doğrudan ilişkili olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmadan soralım: Asr-ı saadette hırsızlık yapan kimselere, “yaptığının karşılığı ve Allah’tan bir ukubet”[1]5/el-Mâide, 38. olmak üzere öngörülen ceza, günümüzde hangi yetki ve vukufiyetle “Allah adına” değiştirilecektir? Bir başka şekilde söylersek, geçmişte hırsızlık suçuna Allah Teala’nın takdir ettiği müeyyidenin, günümüzde Allah Teala tarafından artık uygun görülmediğine inanmamızı isteyen tarihselci söylemin sahipleri, bunu nasıl bir araç ve yöntemle tesbit ettiler acaba?
Keza zina suçunun Kur’an’da bildirilen cezası hakkında da benzer sorular sorulabilir: Üstelik Yüce Allah, “Allah’a ve ahret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (mevcut bir hükmü uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın” buyurarak son derece hassas bir noktaya dikkatlerimizi çekmektedir: “Zina suçunu işleyenlere Kur’an’da öngörülen sopa cezasını uygularken, acıma hissinize yenik düşerek cezayı gerektiği şekilde uygulamaktan geri durmayın” anlamına gelen bu uyarı, “Eğer Allah’a ve ahret gününe inanıyorsanız” gibi son derece ağır bir vurgu eşliğinde ifadeye konuyor. Yani onlara acıma hissinize yenik düşerek cezayı gereği gibi uygulamazsanız, bu, sizin Allah ve ahret inancınızda mevcut bir arızanın göstergesidir.
“Elimize silgi alıp Kur’an’dan ayet silelim demiyoruz” diyenleri bu ayet üzerinde tekrar tekrar düşünmeye davet etmek gerekir. Sopa cezasını gerekenden hafif uygulamak kişinin Allah ve ahret inancını zedeleyen bir husus olarak önümüzde duruyorsa, bu uygulamanın “miadını doldurduğunu” söylemenin nasıl bir ihtarı hak ettiğinin takdirini okuyucuya havale ediyorum.
Boşama hükümleri, zıhar keffareti, miras paylaşımı gibi “muamelat”a ilişkin hükümlerin “Allah’ın çizdiği sınırlar” olduğunu vurgulayan ayetlerin tarihselciler için ne ifade ettiğini bilemeyiz tabii; ama şu ayetlerin meseleyi net bir şekilde belirlediğini söylemek için basireti bağlanmamış mü’minler olmak yeterlidir:
“İşte bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve hududunu aşarsa, Allah onu, içinde ebedi kalacağı ateşe sokar.”[2]4/en-Nisâ, 13-4.
Allah Teala’nın koyduğu sınırlar gibi, onları korumanın da “tarihsellik” saçmalığıyla herhangi bir ilgisinin bulunmadığı, bu sınırları korumanın, ahretteki büyük başarı ve kurtuluşun göstergesi kılınmış olmasından oldukça açık bir şekilde anlaşılmaktadır:
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. (Bu alış verişi yapanlar) tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!”[3]9/et-Tevbe, 112-3.
Fazla söze hacet var mı?
Milli Gazete – 17 Eylül 2007