Taciz Meselesi Dolayısıyla

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Şubat 2011

Gerek kendi alanıyla, gerekse genel olarak İslamî hassasiyet sahibi kitlelerin gündemleriyle ilgili gerçekten kıymetli çalışmaların altına imza atan/atmakta olan bir isim Prof. Dr. Orhan Çeker hoca. Son günlerde köpürtülerek ve amacından saptırılarak gündem yapılan açıklamaları, kendi bağlamı içinde ve bir bütün olarak alındığında son derece tutarlı ve isabetli. Daha sonra yaptığı açıklamalarla kasdını bir kere daha ortaya koyduğu halde “muhafazakâr/İslamcı” bir kısım yazarların, özellikle de bu vadideki bir kısım kadın yazarların “istismar” kokan üsluplarla meselenin üstüne gitmesi, konuyla ilgili olarak şahsen beni en fazla düşündüren husus oldu.

İslam’ı bir “hayat tarzı” olarak benimsememiş kesimlerin konuya yaklaşımını anlamak mümkün. Onların dine, varlığa, insana, erkek ve kadına bakışının, Çeker hocanın, aklı başında her mü’minin altına tereddütsüz imza atacağı beyanlarıyla örtüşmemesinde şaşırtıcı bir durum yok.

Düşündüren husus, İslam/Müslümanlar adına konuşan bir kısım yazarların ruh hali. Ayaklarına biraz daha yer edinseler, mahalle baskısının daniskasını Müslümanlara karşı uygulayacak ve mesela “Kadınlara yönelik tesettür emrinin kapsamının erkeklere yönelik olandan farklı ve daha geniş olması tarihsel/kültürel bir durumdur; aslında kadınlar da isterlerse başlarını açabilirler” demekte bir beis görmeyecekler.

Kadında fıtraten erkeğe göre daha baskın ve daha “zahir” bir cinsellik bulunduğu gerçeğini

Şu bir hakikat ki, yaratılış olarak kadında, erkeğe kıyasla daha baskın bir “çekicilik” vardır. Bu o kadar böyledir ki; vakar, izzet ve takva elbisesini olması gerektiği gibi giyinmemiş bir bayanın, zahiren mütesettir olsa bile fıtrî cazibesiyle ön plana çıkması işten değildir. Efendimiz (s.a.v)’in, “giyinik çıplak kadınlar” (kâsiyâtun âriyât) nitelemesinin bu noktayı da şümulüne aldığına dikkat edilmelidir. Kadının bu fıtrî özelliğine doğrudan veya dolaylı delalet eden nassları bir bir sayıp dökmeye gerek yok. Bedihiyyattan olan bu durumu ancak kasıtlı kimseler inkâr eder veya görmezden gelir.

İşin aslına bakarsanız, meselenin İslam nokta-i nazarından arz ettiği durum şudur: Kadın, evlat yetiştirmek, toplumun geleceğini inşa etmek gibi son derece kritik ve “ikamesiz” bir fonksiyon üstlenmiştir. Onun –cinselliğini önplana çıkartmadan olsa bile– bu aslî fonksiyonundan uzaklaştırılarak hayatın farklı alanlarına sürülmesi, evet onda “erkeklerle eşit olduğu” gibi bir kanaat oluşturabilir. Ama meselenin bir “eşitlik” meselesi olmadığını, toplumu nasıl bir anlayış ve tarz üzerine inşa ettiğimiz ve burada kadına “gerçek anlamda” nasıl bir rol verdiğimiz meselesi olduğunu düşündüğümüzde işin rengi değişecektir.

Sözüm, İslam’ı, “tarihsellik” çukurunun içinden anlama gayretkeşliğinde olanlara. Sözüm, İslam’ı, erkeğiyle kadınıyla Sahabe’den daha iyi anladığı iddiasında olan erkek ve kadın yazarlara… Hayat bütünüyle bir imtihan ve ahir zamanda yaşıyoruz. Ehl-i Kitab’ın kendi kitaplarını ve dinlerini tahrif ediş sürecine iyi bakın. Bu din bugüne kadar Allah’ın muradıyla örtüşmeyecek biçimde anlaşılmış ve yaşanmıştır diyorsanız, onu 1400 yıl sonra sizin “olması gerektiği” gibi anlamanız ve yaşamanız asla mümkün değildir. Buna engel aradaki zaman değil, elinizde “din” diye tuttuğunuz, dilinize “din” diye doladığınız her ne varsa size “naklen” gelmiş olduğu gerçeğidir.

Hakikati makul biçimde ve eğip bükmeden dile getiren Prof. Dr. Orhan Çeker hocanın söylediklerinin altına imzamı atıyorum.

Not:

Geçen Pazartesi günkü yazımın sonunda yer alan “Ehl-i Sünnet’i istismar, gerçekten ağır bir itham” cümlesi, “Din’i ve Ehl-i Sünnet’i…” olmalıydı. Düzeltirim.

Milli Gazete – 26 Şubat 2011