“Toplumsal kimlik” diye ifade edilen olgu, bir toplumu özgün kılan değerler bütününün hayata yansıyan şeklidir. Kimliğin hem yapı taşı, hem de göstergesi ise yine kendine mahsus bir kültür ve medeniyetin varlığıdır.
“İslamlık” söz konusu olduğunda, toplumsal kimliği oluşturan unsurlara Sünnet’in en az Kur’an kadar kaynaklık ettiğini görmek için olaya “Sünnet-kültür ilişkisi” penceresinden bakmak gerekir. Sünnet konusunda sarf-ı mesai edenlerin, meselenin bu boyutunu bihakkın idrak ve izah edebilmesi için “kültür tarihçiliği” formasyonuna sahip olması bir elzemiyettir.
“Bizim dışımızdakilere, Yahudiler’e, Hristiyanlar’a benzeyen bizden değildir”, “Yağma yapan veya soyan, yahut soyguna tevessül eden bizden değildir”, “Erkeklere benzeyen kadınlar ve kadınlara benzeyen erkekler bizden değildir”, “Asabiyete (ırkçılığa) çağıran ve asabiyet uğruna mücadele eden bizden değildir”, “Musibete uğradığında (başına istemediği bir durum geldiğinde) bağırıp çağıran, saçını-başını yolan, elbisesini parçalayan bizden değildir”, “Bizden başkasının sünneti (adet ve geleneği) ile amel eden bizden değildir”, “Küçüklerimize marhamet, büyüklerimize hürmet etmeyen, emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münkerde bulunmayan bizden değildir.”
Bunlar ve benzeri daha pek çok hadiste yer alan ve Sünnet’e aykırı bir tavır ve tarz benimseyen kimselere yönelik olan bu türlü ifadeler, şunu anlatıyor olmalıdır: Böyle bir tutum içinde olanlar, İslam Ümmetini teşkil eden fertlerden ma’dud olamazlar. Hz. Peygamber (s.a.v), özellikle Medine döneminde bir İslam toplumu inşa ettiği zaman, onun, tamamen müstakil, kendine mahsus bir kimliği ve kültürü olan bir Ümmet olmasına büyük bir önem vermişti. Mekke döneminde, Kur’an’ın sükût geçtiği hususlarda müşriklere benzemektense, Ehl-i Kitab’ın uygulamalarını tercih eden Efendimiz, Medine’ye hicretten sonra onlara da muhalefet etmeyi esas almış ve böylece otantik İslam kültürünün temellerini atmıştı.
Buradan çıkarmamız gereken sonuç şudur: Müslüman bireyi, İslam Ümmeti’nin dinî ve kültürel değerlerinden ayıracak her türlü anlayış ve uygulama, önemli-önemsiz şeklinde bir ayrıma tabi tutulmadan Efendimiz (s.a.v) tarafından men edilmiştir. Eğer bu türlü hareketler, kişiyi iman dairesinden çıkarıyorsa, bunu açık bir şekilde ifade buyurmuş, ancak imanın aslına taalluk etmemekle birlikte kimlik ve kültür erozyonuna yol açıyorsa, bunları da yukarıda örneklerini zikrettiğim türden ifadelerle engellemiştir.
Yine Efendimiz (s.a.v)’in büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu “bid’at” konusu da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Kişiyi dinden çıkarmamakla birlikte Efendimiz (s.a.v)’in ve O’nun eğitim ve gözetiminde yetişmiş olan Sahabe’nin üzerinde bulunduğu yola aykırı olan herşey “bid’at” olarak nitelendirilip kötülenmek suretiyle İslam kültürünün dışına atılmıştır. Burada kültürel kimliğin yozlaşmasının önüne geçme hassasiyetini aramazsak, konu ile ilgili Nebevî hassasiyeti anlamakta ve izah etmekte pek çok sıkıntı ile karşılaşırız. Bir çok hadiste bid’at’in, Sünnet’e aykırı amel ve uygulamalar olarak tarif edilmiş olmasından da bu sonucu rahatlıkla çıkarabiliriz.
Milli Gazete – 17 Nisan 2003