Önce birkaç alıntı:
Soru: Adet halindeyken oruç tutabilir miyim, dinen bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Bu Hz. Aişe’nin kendi yaklaşımını aktardığı bir hadise dayanılarak tüm imamlarımız tarafından bir ruhsat olarak değil sanki bir yasak olarak değerlendirildi. Allah’u alem bizim konuyu Kur’an ekseninde yeniden tarayarak vardığımız sonuç o ki, vahye göre hayız “ezen” yani “rahatsızlıktır”. Hasta bir kimsenin orucunu isterse erteleyebileceği ve gününe gün kaza edeceği, istemezse ertelemeyeceği hükmü ise Bakara 184’ün açık hükmüdür. Bu sorunuzun cevabını ben değil Kur’an böyle vermiştir. Ona sorup cevabını aldınız.
Soru: Hocam; Hz.Peygamber’in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?
Cevap: Kur’an açıkça Rasulullah da dahil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar (Osman b. Mazun’un hanımına “vallahi yarın bana ne yapılacağını bile bilmiyorum” sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler Rasulullah’ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları “OKUMALARI”dır. Ve efendimizin okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak değerlendirilmemelidirler.
Soru: (…) Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan “namazın” kazası olur mu?..
Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu’l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye “Bile bile terkedilen namazın kazası olmaz” demişler…
Soru: Sorum Hz.İsa ile ilgili olacak. Onun tekrar geleceğine inanan yakın dostlarıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap vereyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. (…) Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gösterdiklerinde bu hadisler uydurma diyemiyorum ve yorum yapamıyorum. Çünkü; hadislerin gerçekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Ben gelmeyeceğine inananlardan olduğumu ifade ettiğimde bana itikatımdan bahsediyorlar…
Cevap: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim’deki hadisleri izahın binbir yolu var. İsa’nın gerçek inancı onu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve yalana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.[1]Bunlar ve daha fazlası için bkz. www.mustafaislamoglu.com/sorular.php
Problem:
Benzer örnekler arasından rast gele seçtiğim bu soru ve cevaplar, ciddiye alınması gereken bir “mesele”yle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Bu köşede fetva sorma/verme konusuyla ilgili birçok yazı okudunuz. Âdâbu’l-müftî ve’l-müsteftî meselesini gömeli hayli zaman oldu. Onu anlıyoruz da, şahsen benim anlamadığım bir şey var: Milyonlarca kişinin kullanımına arz ederek kalıcılaştırdığı bu ve benzeri yanlışların telafisinin olmadığını bu arkadaşımız bilmiyor mu?
Ali el-Karî, “Kim ilimsiz fetva verirse günahı fetvayı verenin boynunadır[2]Ebû Dâvud, el-Hâkim. hadisi üzerinde dururken ilginç bir noktaya temas eder. Hadis iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisi yukarıda verildiği gibidir. İkincisi ise şöyledir: “Kim ilimsiz olarak fetva verirse, günahı, ona fetva soranın boynunadır.”[3]Mirkâtu’l-Mefâtîh, I, 503. Çünkü fetvaya ehil olmayana soru soran kişi, onu, bilmediği ya da “yeterince” bilmediği bir konuda fetva vermeye teşvik etmiş olmaktadır.
Yukarıdaki soruların cevapları mı? Gördüğünüz gibi daha sonraya bırakmak zorundayım…
Milli Gazete – 19 Mayıs 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Bunlar ve daha fazlası için bkz. www.mustafaislamoglu.com/sorular.php |
---|---|
↑2 | Ebû Dâvud, el-Hâkim. |
↑3 | Mirkâtu’l-Mefâtîh, I, 503. |