Hadisin senedinin sahih olmasının metnin makbuliyeti anlamına gelip gelmeyeceği konusu öteden beri tartışılmıştır. Kabule şayan olan, senetle metin arasında böyle bir lazım-melzum ilişkisinin bulunmayacağı, yani senedin sıhhatinin metnin sıhhatini garantilemeyeceği şeklindeki görüştür.
Yard. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım’ın da çalışmasında bu görüşü benimsediğini görüyoruz. Ancak burada önemli bir nokta var: Bu ilke işletilirken metnin durumu son derece titiz bir araştırmayla ortaya konmuş olmalıdır. Senedi sahih herhangi bir hadis hakkında söz gelimi “Kur’an’a aykırıdır” gibi bir değerlendirme yapabilmek için, Kur’an’ın mantuk ve mefhumuyla özümsenmiş olması gerektiği açıktır. Şu halde sahih/makbul senetlerle gelen hadis metinlerinin Kur’an’a, Sünnet’e, akla ve vakıaya aykırılığının iddia edilebilmesi için bu maddelerin içinin öznellikten mümkün olduğunca kaçınarak belirlenmiş bir muhtevayla doldurulmuş olması gerekir.
Bu girişten sonra konuyu örneklendirebiliriz: Yıldırım, mezkûr çalışmasında, Tevhid bahsinin 13 numaralı hadisi hakkında (yer tutmaması için hadisin metnini zikretmiyorum) şu değerlendirmeyi yapıyor: “Hadisi Ahmed b. Hanbel, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmişler, Hâkim, hadisin Buhârî şartına göre sahih olduğunu ve Buhârî ve Muslim’in hadisi rivayet etmediklerini belirtmiştir. Ancak metin yönüyle geçmiş peygamberlerden yapılan nakiller oldukça tartışmalıdır. Ancak sened itibariyle bu rivayetin sahih olma ihtimali yüksektir.”
Burada Yıldırım’ın yine bir Hadis usulü kaidesi vaz ettiği görülüyor. Bu “ilke”nin iki dayanağı olabilir: 1) Hz. Peygamber (s.a.v) gaybı bilemez. Dolayısıyla önceki peygamberlerle/kavimlerle ilgili haberleri muhtemelen Ehl-i Kitap’tan almıştır. 2) Hadis esasen Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait (merfu) değildir; sonraki nesillerden, Ehl-i Kitap ile yoğun ilişki içine girmiş olanlarca onlardan alınmış ve hadis formuna sokularak Hz. Peygamber (s.a.v)’e nisbet edilmiştir.
Peki bu hususların isbat edilme şansı nedir? Hz. Peygamber (s.a.v)’i, “hak” olmayan bir söz söylemekten tenzih etmemiz gerektiği hususuna sanırım Yıldırım da katılacaktır. Öyleyse geriye ikinci ihtimal kalmaktadır. Ancak senedin sahih olması bu ihtimali büyük ölçüde zayıflatan bir unsurdur. Eğer metinde de yukarıda zikrettiğim ölçülere aykırılık yoksa böyle bir rivayete niçin şüpheyle bakalım?
Benzeri bir örneği, aynı bahsin 15 numaralı hadisi oluşturuyor. Yıldırım bu rivayet hakkında şöyle diyor: “Kaderci bir anlayışın telkini gibi gözüken rivayet, metin açısından İslâmî esaslara uygun gözükmemektedir. Çünkü rivayete göre sanki insan iradesi yok sayılmaktadır. Bu sebeple rivayete ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Ancak sened açısından rivayet hasen gözükmektedir.”
Alah Teala’nın nurunun isabet ettiği kimselerin hidayet bulacağını, diğerlerinin ise dalalette kalacağını bildiren bu hadis, hidayetin yalnız Allah Teala’nın elinde olduğunu ve O’nun dilediğini hidayete erdireceğini ve son tahlilde insanların sadece bir kesiminin hidayet bulacağını ifade eden onlarca ayete de uygundur. İnsan iradesi olgusu ile bu ayetlerin mutabakatını temin için söylenebilecek olanların tümü bu hadis (ve benzerleri) için de geçerli iken, böyle bir çabaya girmeden hadisi “feda etmek” hiçbir problemi çözmeyecektir.
Milli Gazete – 14 Kasım 2002