Müslüman olarak bağlandığımız temel kaynaklar bize sadece “nasıl inanacağımızı” değil, aynı zamanda “nasıl algılayacağımızı” ve “nasıl davranacağımızı” da öğretir. Yani din sadece inanç ve ibadetlerden ibaret değildir. Onun insan düşünce ve davranışlarına istikamet ve intizam veren bir yanı da vardır.
Din’in bu yanı, hayatın görünen ve görünmeyen birçok boyutunda faaliyet görür. Bu nasıl bir hakikat ise, işbu “görünen” ve “görünmeyen” hususların birbirini doğrudan etkilediği de bir başka hakikattir. İnsanın yaşadığı sosyal çevreye kendi inanç ve dünya görüşünü yansıtması, hayatını içinde geçirdiği mekânları bu doğrultuda düzenlemesi ve şekillendirmesi temelde bu gerçeğin ifadesinden başka birşey değildir.
Bu itibarla “Din” dediğimizde aklımıza sadece inanç esasları ve ibadetler gelmemelidir. Şüphesiz Din’in hayata şekil veren somut yansımaları vardır ve bizler hayatı o somut göstergelerle anlamlandırırız. Söz gelimi, bilmediğimiz bir memlekete gittiğimizde, çok da farkında olmadan orada alışık olduğumuz birtakım görüntüler ararız. Minare görmek isteriz mesela, ya da ezan sesi duymak isteriz. Avrupa’ya gidenlerimiz veya orada ikamet edenlerimiz bu hususu yakından idrak ederek yaşarlar… İşte bu, Din’in “görünen yüzü”nün önemini anlatır bize.
Din’in bu “görünen yüzü”ne Yüce Kitabımız “şiar” (çoğulu “şeair”) adını verir. Bir ayette şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Allah’ın tayin ettiği şiarlara… sakın saygısızlık etmeyin.”[1]5/el-Mâide, 2.
Her ne kadar bu ayette üç nokta koyarak zikretmediğim cümlelerde Hacc ile ilgili hükümler mevcut ise de, ayetin ifadesi geneldir. Bu sebeple müfessirler, bu ayetin, Allah Teala’nın indirdiği hükümlerin tamamını kapsayacak şekilde anlaşılacağını belirtmişlerdir. Burada geçen “şiar” kelimesi alamet, işaret, sembol, simge, bir şeyi diğerlerinden ayıran özellik anlamındadır.
Yine bir diğer ayette şöyle buyurulur: “Kim Allah’ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse, bu, Rabb’inin katında kendisi için daha hayırlıdır. (…) Kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, bu, kalplerin takvasındandır.”[2]22/el-Hacc, 30-2.
Bu ayetlerin durumu da bir önceki ayete benzemektedir. Zira burada da Hacc’da kurban edilecek olan ve yenilmesi helal kılınmış bulunan hayvanlardan bahsedilmektedir. Bununla birlikte, yukarıya mealen aldığım ayetlerin ifadesi umumî olduğu için, ulema, bu ayetlerde geçen, “Allah’ın hürmet edilmesini istediği şeyler” ve “Allah’ın şiarları” ifadelerinin “Allah Teala’nın dini ve indirdiği hükümler” anlamına geldiğini söylemiştir.[3]el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, VI, 36; Tefsîru’l-Beydâvî, (Şeyhzâde haşiyesi ile birlikte), III, 383.
Kur’an ve Sünnet’in vurgularından şunu anlıyoruz ki, müslümanlar için dinî bir anlam ve değeri olan her şeyi, hassasiyetle muhafaza etmek ve onlara karşı hürmette kusur etmemek temel görevlerimiz arasındadır.
Ramazan ayı, Cuma günü, kandil geceleri gibi mübarek zamanlar, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa, camiler… gibi mübarek mekânlar, her türden ibadetler, alim ve mürşidler, dinî eserler, dinî kavramlar… bunlar arasında ilk akla gelenlerdir.
Din’e hürmet, bir anlamda bu sembollere hürmetten geçmektedir. Ya da şöyle diyelim: Bu sembollere hürmetsizliğin, doğrudan doğruya Din’in kendisine yönelik bir hürmetsizlik anlamı taşıyacağına özellikle dikkat edilmelidir. Modern kültür içinde zaman zaman mizahı yapılan, küçültülen şeylerin Din’e ait şeyler olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimizde, aslında Din’le aramızdaki irtibatı kendi elimizle zayıflattığımız gerçeğini görmezden gelmiş oluyoruz.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var: İslamî olmayan düşünce, söz ve şiarların dünyamıza sokulmaması da “İslamî şiarlara gereken hürmeti gösterme” tavrına dahildir. Hatta belki bu nokta diğerinden daha önceliklidir. Def-i mefasid”in “celb-i menafi”den öncelikli olduğu hesaba katılırsa, bilhassa gayrimüslim ülkelerde yaşayan müslümanların, onların dinî sembol ve şiarları konusunda ayrı bir hassasiyet içinde olmaları gerekiyor…
Milli Gazete – 8 Haziran 2009