Dünyanın dört yanından “savaşa hayır” sesleri yükselmeye devam ederken savaş makinası da ölüm kusmaya devam ediyor.
Daha savaş başlamadan duymaya başladığımız bu slogan ne anlatıyor ve onu haykıranlar ne kastediyor? Dahası bu slogan son tahlilde kimin işine yarıyor?
Yaşamakta olduğumuz bütün olaylar, savaşın, haklı bir gerekçeye dayanmadığı sürece zulüm olduğunu gösterdiği kadar, kendisini meşru ve gerekli kılan zeminlerde savaştan kaç-ın-manın da ayrı bir zulüm olduğunu bütün insanlığa fazlasıyla tekrar etmiş durumda.
“Savaşa hayır” diyenlerin bir kısmı, hemen arkasından savaşı “insanlık suçu” olarak tavsif ediyor. Gerekçe, savaşın masum insanlara zarar vermesi, yıkım getirmesi vs. Bu tezi savunanlara göre savaş hiçbir durumda meşru bir yöntem olarak görülemez; kim adına ve ne sebeple yapılırsa yapılsın, savaşın bizzat kendisi yanlıştır.
Şu anda Irak’ta sürmekte olan zulmün muhatabı olan masum sivillere ve hele de çocuklara savaşın “kötü” olduğunu söylemek, “yaşadıklarınızı unutun” demektir. Dışarıdan seyretmekle bizzat yaşamak elbette çok farklı olduğu için Iraklı çocukların tepkisini “barbarlık koalisyonu”nu oluşturanlar kadar, onlara “savaşmayın” diyenler de çekecek.
“Savaşa hayır” sloganının Anadolu’nun işgaline gösterilen dirence bakan yüzü bizim için “satılmışlık”tan başka ne ifade eder? Zalime de mazluma da aynı muamelenin yapılması, aynı şeyin söylenmesi bizzat zulüm değil midir?
Tarihin tanıklık ettiği en büyük hadiseler, kavramların tanımlayanlara göre farklı muhteva taşımaya başladığı zamanlara tekabül etmiştir. Kur’an’da pek çok vesileyle temas edilen bu durumun en çarpıcı tavsifi, yeryüzünde fesat çıkaranların, yaptıkları işi “ıslah etmek/yoluna koymak” olarak adlandırdığını anlatan Sure-i Bakara ayetinde ifade buluyor.
İslam’ın savaşa gerekçe olarak sadece “savunma”yı tanıdığını, bunun dışında hiçbir savaş gerekçesinin meşru sayılamayacağını söyleyenler, ilgili nassları çarpıtma/yanlış anlama tavrında ilmî bir tartışmanın tarafı olarak görülebilirlerse de, yaşadığımız pratiklere gözlerini kapattıkları ya da bu pratiklere rağmen bu tezin ısrarcısı oldukları noktada bu tavır “ilmî bir tesbit” olmaktan çıkıp “stratejik bir tesbit” haline geliyor…
Pratikte hiçbir zaman benimsenme şansı bulunmayan “savaş kötüdür” sloganının, “zulüm iyidir” anlamına gelmemesi için izzetin, onurun, özgürlüğün ve Allah’a kulluğun “zillet ve meskenet barışı” ile bir arada bulunamayacağını belki de önce “hissetmemiz” gerekiyor; sonra da kavramların tanımında maruz kaldığımız “alicengiz oyunu”nu fark etmemiz…
“Savaşa hayır” dersek dünyanın, özellikle de İslam dünyasının yaşadığı bunca zulmün hesabı nasıl sorulur?
Milli Gazete – 10 Nisan 2003