“Coğrafî kuzey” ile “manyetik kuzey” arasındaki farka “sapma açısı” deniyor. İbresi hep kuzeyi gösteren pusula, sanıldığının aksine sabit bir manyetik kuzeyi göstermez. Manyetik alan, mekândan mekâna ve zamandan zamana değişiklik gösterdiğinden, manyetik kuzey de mekândan mekâna ve zamandan zamana değişkenlik arz eder.
Sapma açısı, küreselleştiği söylenen dünyaya ayak uydurma gayretindeki müslümanların yaşadığı ibretamiz dönüşümü tasvir için oldukça uygun bir hareket noktası. “Küreselleşme” kavramının temsil ettiği değerler esasında değişimi kaçınılmaz görerek dönüşen müslüman, aslında bir süreç yaşıyor. Bu, başlangıçta çoğunlukla direnilen bir süreç; ama zaman içinde çok çeşitli etkenlerin ve gerekçelerin devreye girmesiyle süreç kabullenilmiş oluyor.
“Kendimiz kalarak dönüşebiliriz” hikâyesine kulak kabartarak süreci başlatan müslüman, başlarda kendisi olarak kalmaya dikkat etmiyor değildir. Ne ki, yaşadığı dönüşümü izlemek adına zaman zaman geriye dönüp baktığında hep “yakın geçmişi, bir merhale öncesini” baz alacaktır. Hep bir önceki adım bir sonraki adımın “meşruiyet ölçütü”nü oluşturacaktır. Dönüşüm hem adım adım olur çünkü…
Ama süreç ilerledikçe makas gittikçe açılacak ve bir noktadan sonra müslüman, “kendisi kalma” konusundaki ısrarını da gözden geçirmeye başlayacaktır kaçınılmaz olarak. Zira sürecin bu kertesinde artık, başlama noktası ile gelinen nokta arasında, kapatılması mümkün olmayan bir açı(klık) bulunduğunu fark edecektir.
Bu “fark ediş”in köklü bir “muhasebe”ye dönüş-e-memesi, “yapılan iş”le, “alınan mesafe” ile doğrudan irtibatlıdır. Kelle sayısındaki, yatırımlardaki, gelirlerdeki, kurumlardaki… artış elbette kolay sağlanan şeyler değildir!! Başarılan onca işin kocaman bir hatanın semeresi olabileceği ihtimalini aklına getirmek bu aşamada hiç “rasyonel” olmaz çünkü…
Bunları söylerken, küreselleşen müslümanın “bireysel dindarlık”ında ve entelektüel seviyesinde bir azalma görülmesinin şart olmadığını da eklememiz gerekiyor. Hatta bu noktalardaki istikrar, sapma açısında meydana gelen büyümenin aslında yanlış bir şeye işaret etmediği yorumunun da önemli dayanaklarından birisini oluşturur. Yanılgıya çok kolay kapılabildiğimiz alanlardan birisidir burası…
Bu arada küreselleşen müslümanın Kur’an ve Sünnet’le ilişkisi ne durumdadır? Burada yaşanan durumu net olarak görebilmek için Tevrat ve İncil’in yaşadığı “tahrif” sürecini iyi anlamak gerekir. Bu iki kitabın sadece ayetlerinin yerleri değiştirilerek veya muhtevalarında artırma-eksiltmeler yapılarak tahrif edilmediğini biliyoruz. Tahrif faaliyetinin önemli ayaklarından birisini de “yorumda tahrif” yani “anlamın çarpıtılması” eylemi oluşturur.
Acilen fark etmemiz gereken husus şu: Yahudiler ve Hristiyanlar kendi kitaplarını “durduk yerde” tahrif etmediler. Onlar da konjonktürel gelişmeleri mutlaklaştırmak suretiyle “değişim”e iman ettiler ve “değişen şartlara ve durumlara ayak uydurma”yı bir “amentü ilkesi” olarak benimsediler. Sonra yetki sahipleri ayetlerle oynamaya başladığında, bunun “amentü”nün gereği olduğu kanaatiyle “olanı onaylama”yı kaçınılmaz bir görev bildiler…
Manyetik kuzey sabit değildir dedik. Küreselleşen, yani modernleşen müslümanın adım adım geliştirip benimsediği, meşruiyet zemini olarak kullandığı yorumlar, gerekçeler, bahaneler ve tahrif türleri de sabit değildir. O, girdiği bu anaforun içinde zamandan zamana ve mekândan mekâna değişen söylemler geliştirmek suretiyle bir o yana bir bu yana savrulacak ve “coğrafî kuzey”e, yani istikamete yönelme şansını kendi eliyle adım adım yok etmeye devam edecektir. Ta ki…
Milli Gazete – 17 Şubat 2007