Bir kelime düşünün ki, üzerinden darbeler yapılıyor, toplumsal kırılmalar yaşanıyor, ülkenin bütün dengeleri alt-üst oluyor…
Söylendiğinde –ki söyleyenler onu nasıl vurgulayacaklarını çok iyi biliyor– birden hava elektrikleniyor, nefesler tutuluyor; toplumu heyecanlı ve kaygılı bir bekleyişin titremesi sarıyor.
Arkasından düdük çalıyor ve “mola!”…
Bugüne kadar “irticaî” faaliyet olarak değerlendirilen eylemleri gerekçe gösterilerek görevine son verilmiş sivil-asker kamu görevlilerinin sayısı kaçtır acaba?! Bunların aileleri ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı dram bu toplumun “meselesi” olarak bugün değilse yarın bir şekilde karşımıza çıkmayacak mıdır? Ve bahsi geçen “irticaî eylemler”in çoğu zaman sadece namaz kılmak, oruç tutmak, cumaya gitmek ya da eşi başörtülü olmaktan ibaret bulunduğu vakıası “çarpıcı” değil midir?
28 Şubat sonrasında birtakım emekli askerlerin kimi hortumcu yapılanmaların en tepesinde yer alan heyetlerde bulunduğunun anlaşılması önemli, evet, ama bence daha önemlisi, hiç ilgisi olmadığı halde rakip firmaların irtica yaftasıyla batırılmaya çalışılması yahut komşusuna gıcık olanlar tarafından polise, evinde irticaî faaliyet yapıyor ihbarında bulunulması gibi “irtica” üzerinden oluşturulan gerilimin toplum katmanlarına yansımasıdır. Bu yansıma yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi her ne kadar “traji-komik” bir manzara arz ediyorsa da, burada asıl üzerinde durulması gereken, “irtica” söyleminin toplumsal bünyede yol açtığı “yırtılma” durumudur.
Ancak ilginçtir, işbu “kelime”nin “kavram” havasında telaffuz edilmesi ve üzerinden onca işin kotarılması, aslında ifade ettiği anlamdan kaynaklanmıyor. Çünkü onun ne anlam ifade ettiği, bizzat kavramlaştıranları tarafından dahi ortaya konmuş değil. Bütün mesele “çağrışım”larda…
Sağlık İş Sendikası Genel Başkanı sayın Mustafa Başoğlu’nun “irtica”nın ne olduğu, suç olup olmadığı ve eğer suç ise bu suçtan şimdiye kadar kimlerin yargılandığı sorularını yönelttiği Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Millî Güvenlik Kurulu, Yüksek Yargı organları, bazı bakanlıklar ile üniversite rektörlüklerinden ibaret mercilerin bir kısmı cevap vermemiş. Cevap verenler de irticanın suç olduğunu ifade eden herhangi bir ifade kullanmamış.
Sayın Başoğlu’nu son derece önemli bir gerçeği önümüze koyan bu girişimi sebebiyle, özgürlükler konusunda hassasiyet sahibi olan her kesin ve kesimin tebrik etmesi gerekir.
Önümüze konan önemli gerçek şu: Yasalarda tarifi yapılmamış, dolayısıyla tamamen “sanal” bir suç söz konusu! Bu güne kadar “irtica” suçundan hüküm giymiş kimse yok; ama “irtica” söylemi üzerine bina edilen süreçler, gerilimler, kırılmalar, mağduriyetler var ve bunlar tamamen ve fazlasıyla gerçek!
Hatta sadece “irtica” mı? Tıpkı onun gibi “laiklik” de ülkenin değişmez ana gündem maddesi olma özelliğini koruduğu halde, onun dahi “resmî” bir tanımı yapılmış değil! Size de ilginç gelmiyor mu?!
Milli Gazete – 7 Ekim 2006