Bir önceki yazıda “İnkişaf“ın 3. sayısını Sahabe konusunun oluşturduğunu söylemiş ve konuyla ilgili olarak e-posta adresime gönderilen soruların cevabı için soru sahiplerini oraya havale etmiştim.
Başlangıçta “İnkişaf“ın bu sayısına iki yazı yazmayı tasarlamıştım: İlki “Sahabe‘nin adaleti” meselesini işleyecek, diğeri de Hz. Muaviye (r.a) hakkındaki soru işaretlerine cevap mahiyetinde olacaktı.
Yazılardan ilkini bitirdikten sonra ikincisini yazarken kendimi bir mail grubunda başlayan tartışmanın ortasında buldum. Son derece gereksiz ve talihsiz bir tartışmaydı; hayırlı olmadığı da, “İnkişaf” için tasarladığım ikinci yazıyı yazmama engel teşkil etmesinden belli oldu…
Diyeceğim o ki, eğer o yazıyı tamamlayabilmiş olsaydım, Hz. Muaviye (r.a) hakkındaki soru işaretlerine cevap veren bir yazı ile “İnkişaf“ın dosya konusu daha bir “tamam” olacaktı. Kısmet değilmiş…
Modern bakış açısıyla kaleme alınan çalışmalarda Sahabe konusu üzerinde durulurken öne çıkartılan ve üzerinden paradigma üretimine gidilmeye çalışılan isimlerden biri Ebû Hureyre, diğeri de Muaviye‘dir (Allah ikisinden de razı olsun). Bildiğim kadarıyla dilimizde, her iki sahabî hakkındaki iddiaları ilmî ölçüler içinde ele alıp değerlendiren telif çalışma mevcut değil ve bu gerçekten büyük bir eksiklik…
Sahabe‘nin (Allah hepsinden razı olsun) Kur’an ve Sünnet‘in övgüsüne mazhariyeti bağlamında modern zihnin arka planında şöyle bir itirazın derinden seyrettiğini tesbit edebiliyoruz: Kur’an‘ın Sahabe‘yi “özel” kılan ayetleri, bütün sahabîleri kapsamaz. Eğer –”Muhacirun” ve “Ensar” gibi– belli grupları tasrih ederek öven ayetler söz konusu ise ayetler onlara tahsis edilmelidir; bu tarz hususî bir ifade kullanmayan ayetlerin kapsamı ise nüzul zamanı sonrasına teşmil edilmemelidir.
“İman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihada gidenler (Muhacirler)le onları barındırıp yardım edenler (Ensar) var ya, işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır” (8/el-Enfâl, 74) ayetinde Muhacirun ve Ensar‘dan bahsedildiğine göre, bu ayetin, nüzulüne kadar bu iki gruba dahil olmuş bulunanları kasdettiğini anlamak icap eder. Yoksa mesela bu ayet nazil olduktan sonra hicret ve cihad edenleri bu ayetin kapsamına sokmak doğru değildir.
Ya da “(İslam’a girme hususunda) önce geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar var ya, Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuştur. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur” (9/et-Tevbe, 100) ayetinde Muhacirun ve Ensar‘dan sonra gelip, “onlara güzelce tabi olanlar”dan bahsedilmektedir. Bu ifade, Muhacirun ve Ensar‘a güzelce tabi olmayanları kapsam dışında tuttuğu gibi, “onlara güzelce tabi olan” ifadesi, hangi zamanda yaşamış olursa olsun bu özellikte olan herkesi kapsamına almaktadır. Dolayısıyla burada münhasıran Ehl-i Sünnet tarafından “Sahabe” tanımına sokulanların kastedildiğini düşünmek isabetli değildir.
Keza “Gerçekten o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, üzerlerine sekineti indirmiş ve kendilerini bir yakın fetih ile ödüllendirmiştir” (48/el-Feth, 18) ayeti de sadece “Rıdvan bey’atı“nda bulunanlara mahsustur.
Örnek olarak zikredilen bu ayetler ve benzerleri hakkında modern zihin böyle düşünüyor. Bu bakış açısına göre Hz. Peygamber (s.a.v)’i mü’min olarak ömründe bir kere dahi olsa görmüş ve bu iman ile ölmüş olan herkesi “sahabî” sayıp, sonra da yukarıdaki ayetleri ve benzerlerini onların hepsine teşmil etmek doğru değildir. Zira ayetlerde sadece belli zümreler kastedilmektedir ve elbette onların dışında kalanlarla ayetlerin nüzulünden sonra İslam’a girmiş olanlar bu kapsamın dışında tutulmalıdır.
Böyle yapıldığında özellikle Mekke‘nin fethinde veya daha sonra İslam‘a girenler kapsam dışında kalmakta; böylelikle bilhassa Hz. Muaviye‘ye yöneltilen tenkitlere Kur’an ayetleriyle mukabele görme riski bertaraf edilmiş olmaktadır.
“Öyle olsa bile Hz. Peygamber (s.a.v)’in, kendi döneminde yaşayan mü’minlerin diğerlerinden üstün olduğunu ifade eden hadisleri vardır” gibi bir itirazın modern zihin için çok fazla bir anlamı yoktur. Çünkü “hadis” dendiğinde modern zihnin “tekinsiz alan” algısı devreye girmekte ve bildik itirazlar gündeme gelmektedir.
Şu halde Ehl-i Sünnet‘in “Sahabe” telakkisinin Kur’an zemininde nasıl şekillendiği sorusunun cevabı önemlidir. Bir sonraki yazıdan itibaren bu noktaya yoğunlaşalım.
Milli Gazete – 30 Mayıs 2005