Sahabe’nin “sahih İslam” çizgisinin tayin ve muhafazasında “ikamesiz” kilit bir rolü vardır. Bu husus, tırnak içine aldığım iki noktanın açılımı ile şöylece netleştirilebilir: Sahih İslam çizgisi tabiri, ilahî mesajın, Hz. Peygamber (s.a.v)’in tebliğ ve pratize ettiği şekliyle anlaşılıp yaşanmasına işaret etmektedir. Bir diğer deyişle Hz. Peygamber (s.a.v)’in neyi nasıl anlayıp yaşadığını öğrenmek isteyen kimse için başvurulacak temel merci Sahabe’dir. Son Peygamber’in oluşturup şekillendirdiği bireylerden teşekkül eden toplum, işin doğası gereği O’nun arzu ettiği kıvamda olmak durumundadır.
Hadis, Tefsir, Fıkıh… ilimlerinde Sahabe’ye niçin müstesna bir mevki tanındığının tesbiti ise ikinci noktanın açılımını oluşturmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) terk-i dünya ettikten sonra, O’nun bıraktığı miras (Kur’an ve Sünnet), Sahabe tarafından sonraki kuşağa (Tabiun) aktarılmış, Tabiun da bu ilahî emaneti kendisinden sonraki kuşağa aynı hassasiyetle nakletmiş ve bu faaliyet günümüze kadar bu şekilde sürmüştür. Bu zincirin Sahabe halkası devreden çıkartıldığında yerini doldurabilecek bir halka bulunmadığı için Sahabe’nin “ikamesiz” bir nesil olduğunu söylemek durumundayız.
Oryantalistler’in Eski ve Yeni Ahit’e uyguladıkları “tarihsel tenkit” metodunun Kur’an ve Sünnet’e (hadislere) de uygulanmasını teklif etmesinin (bu doğrultuda çeşitli çalışmalar yapmışlardır) ve Modernistler’in bu faaliyete gönüllü olarak iştirakinin, Sahabe hakkında ortaya atılan soru işaretleri üzerinde yoğunlaşması elbette tesadüf değildir. Modernistler tarafından Sahabe’nin Kur’an’ın naklinde üstlendiği kilit rol, “Kur’an’ın korunmuşluğu” ile perdelenmek istenirken Sünnet konusunda böyle bir ilahî vaat bulunmadığı gerekçesiyle Sünnet’in otoritesi zedelenmekte, böylece Sahabe’nin konumu da dolaylı biçimde örselenmiş olmaktadır! Oysa şu sorunun cevabı verilmeden bu konudaki tereddütlerin haklılığı hiçbir zaman ispatlanamayacaktır: Eğer Kur’an’ın korunmuşluğu Sahabe neslinin yeri doldurulamayacak gayret ve hassasiyeti üzerinden sağlanmış ise –ki öyledir– ve dahi Sahabe, Kur’an’ı, –muhal farz– korunacağını bildiren ayet olmasa da aynı hassasiyetle koruyacak idiyse –elhak bu da öyledir–, aynı gayret ve hassasiyetin Sünnet hakkında da cari olduğunu niçin söyleyemeyelim?..
Meselenin pratik veçhesi kısaca budur ve gerek tarihsel gerekse çağdaş bid’at mezheplerin bu “realite”yi bir “kurgu”, sadece bir “önerme” olarak görüp reddettiği de bir vakıadır. Öyleyse Sahabe’nin bu mevkiinin tartışılabilirler alanından çıkarılabilmesi, meselenin vahyî temellerinin ortaya konmasına bağlıdır.
Dr. Ergün Çapan da bunu yapmış ve “Kur’an-ı Kerim’de Sahabe” adlı doktora tezinde meselenin bu yönünü ele almış. Çapan’ın şayan-ı tebrik çalışması “sahabî” kavramının izahıyla başlıyor. Ardından gelen dört bölüm şu başlıkları taşıyor: Kur’an’da Çizilen Sahabe Portresi, Kur’an’da Bahsedilen Sahabîler, Kur’an’da Sahabe’nin Yaptığı Savaşlar ve Kur’an’ın İntikalinde Sahabe’nin Yeri ve Önemi. Kısa bir Sonuç ve Bibliyografyayla biten çalışma hakkında teknik açıdan –bölüm başlıklarının daha titiz ifadelendirilmesi, kullanılan Türkçe, idnekssiz olması gibi hususlarda– söylenebilecek şeyler var ise de, konuyu Kur’an temelinde enine boyuna ele alan en hacimli Türkçe eser olması dolayısıyla önemli bir boşluğu doldurduğu izahtan varestedir.
Bölüm başlıkları altına serpiştirilen ara başlıklarda, Sahabe’nin “adil” kabul edilmesinin anlamı, aralarında münafık olup olmadığı, hayırla yad edilmeleri tavsiyesinin esprisi, Kur’an’ın hayata taşınmasındaki fonksiyonları… gibi (tezin çerçevesini zorlar mıydı bilmiyorum ama, “bu konular biraz daha genişçe işlenseydi” demekten kendimi alamadığım) önemli noktalara parmak basması, çalışmayı, klasik bilgilerin bir araya toplandığı basit bir tekrar görüntüsü vermekten kurtarmış. (Işık yay. (0 216) 474 01 96; www.isikyayinlari.com)
Haziran 2002 – Milli Gazete