Hayır, ölümden bahsetmiyorum. Modern dönem müslümanlarının, “ruhunu teslim”den başka bir sonuca çıkmayan savruluşunu tasvire yönelik başlıktaki cümle.
Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinin üzerinden henüz 1 asır geçmeden, ne oldu da böyle hızlı bir dönüşüm yaşadık? Daha 1 asır olmadı, “hürriyet, musavat” sloganlarıyla birileri bizden bir şeyler talep ediyordu; şimdi “eşitlik, özgürlük” gibi sloganlarla birilerinden bir şeyler dilenir hale gelen biz olduk!
Eşyayı ve olayları “Müslümanca” okuma melekesi dumura uğrayanlar bakımından, yaşadığımız durum çok da iç karartıcı değil: Dünya küresel bir köy haline geldi. Değişime ayak uyduramayanlar hazmedemese de, buna karşı durmak hem akıllıca değil hem de imkânsız. Bunu ne kadar çabuk kavrarsak o kadar iyi! Elbette bu “yeni” durumun kendine özgü gerçekleri var. “Değişim”, bunları içselleştirebilme başarısını göstermekten geçiyor.
Bu açıdan bakıldığında, söz gelimi ülkenin topraklarının yabancılara satılmasının, ya da kiliselerin hızla yurt sathına yayılmasının ürküntü verici gelişmeler olarak karşılanması normal değil.
Madem ki bizim yabancı ülkelerde mülk edinme hakkımız var; öyleyse aynı durum onlar için de söz konusu olmalı. Bundan daha normal ne olabilir?
Yahut “bizimkiler” Avrupa ülkelerinde kilise satın alıp camiye çevirmiyor mu? Öyleyse onların da bizim ülkemizde aynı şeyi yapabilmesi gerekir. Bunu hazmetmemiz lazım. İşte “değişim” bu!
Bir zamanlar bu ülkede en ateşli tartışmalar “daru’l-İslam-daru’l-harp” meselesinde yapıldı hatırlarsanız. Bizler o tartışmada meseleyi “Cuma namazı” ve “faiz” konularına indirgemiştik farkında olmadan. Elbette “bunlar önemsiz uzantılardı” demek istemiyorum. Ama bu tartışma, bizi bu toprağa bağlayan en önemli şeyin, burayı “vatan” yapan unsurlar olduğu gerçeğine herhangi bir katkı sağlamadı.
Bir başka şekilde ifade edeyim: O tartışmada Türkiye’nin daru’l-harp olduğunu söyleyenler bile, bugün bu ülkenin –resmî kayıtlara girmemiş işlemler dışında– 5 milyon kilometre karesinin yabancılara satılmış olmasına kayıtsız değil. Oysa meseleye sırf “kitabî” olarak bakarsanız, onların, “nasıl olsa Türkiye daru’l-harp ve daru’l-harp’te ikamet etmesi, toprak/mülk satın alması tartışmalı olan taraf gayrimüslimler değil, Müslümanlardır!
Elbette “ruhunu teslim edenler” bakımından burada gündeme getirilmesi gereken nokta bu değil. Onlar, “niçin Müslümanlar Ehl-i Kitab’ın kadınlarıyla evlenebiliyor da, Ehl-i Kitap bizim kadınlarımızla evlenemiyor?” sorusunu “eşitlik” ilkesini zedelemeden cevaplandırmaya çabalayadursun, biz şu soruları soralım:
Bizim Avrupa ya da başka bir coğrafya üzerinde hiçbir gelecek kurgumuz olmadığı halde, Anadolu’nun bir kısmını “vaat edilmiş topraklar”, diğer bir kısmını “Hristiyanlığın anavatanına dönüş” ülküsü doğrultusunda “ele geçirme” gayreti olduğunu bilmiyor musunuz, yoksa bu da sizin için “normaller” cümlesinden midir?
Müslümanlar’ın Batı’da kilise satın alıp camiye çevirmesi, “müşterisiz” kalmış binaların, ihtiyaca binaen farklı bir amaç için kullanılmasından başka birşey değil. Oysa Türkiye’de hiç hristiyan yaşamayan yerlerde kilise açılıyor. Sapla saman, günahla sevap, Tevhid’le şirk bir midir?
Milli Gazete – 21 Temmuz 2007