Dördüncü sayısıyla okuyucusunu selamlayan Rıhle, bu kez Kur’an tasavvurumuzu kapağa taşıdı. İmanımızın ve hayatımızın merkezinde yer aldığını söylediğimiz halde Kerim Kur’an, hayatımızda arzu edilen dönüşümü gerçekleştirmiyorsa, yeterince ciddi bir problemimiz var demektir. Bizden önceki kuşakların hayatını ve onlar vasıtasıyla dünyanın gidişatını dönüştüren Kitap bizim hayatımızda bunu yapmıyorsa, problemi kendimizde, Kitap anlayışımızda aramaktan daha tabii ve gerekli ne olabilir?
Ümmet-i Muhammed’in geçmişi hakkında konuşurken, Kur’an’ı mehcur bırakma suçlamasında bulunmayı ihmal etmeyen, devr-i saadetten sonraki uzun asırları kara gözlükler takarak okumayı alışkanlık haline getirmiş bulunan ve Ümmet’in muazzam birikimini “kendini inkâr” olduğunu bile bile budarken –İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin tabiriyle– kulübe inşa etmek için koca bir sarayı yerle bir etmekte sakınca görmeyen anlayış, gariptir, kendisini Kur’an üzerinden ifade etmeyi tercih etmektedir.
Düşünenler için bu garabetin üzerindeki perdeyi kaldırarak hakikat-i hale vakıf olmak zor değil. Zira Müslüman bilinci üzerinde uygulamaya konulan bir “yapı-bozumu” faaliyeti var ve elbette bunun en “elverişli” zemini Kur’an! Her şeyden önce insanları “Allah Kelamı”na çağırma görüntüsü söz konusu ve buna itiraz eden, “Allah Kelamı’na” itiraz etmiş oluyor! İkinci olarak Kur’an’ı takyid, tahsis, teybin, tefsir etmek suretiyle ete kemiğe bürüyen Sünnet-i Seniyye başta olmak üzere Müslüman epistemolojisi devre dışı bırakıldığında Kur’an üzerinden istediğinizi söylemeniz mümkün hale geliyor. Bu durumda Rıhle, kapaktan şu soruyu soruyor: “Kur’an merkezli söylemlerin amacı, vahyi “uygulamak” mı, “uyarlamak” mı?
Eğer vahyi “uygulamak”sa niyet gerçekten, o zaman geçmişi, geçmişten tevarüs ettiğimiz birikimi yok saymanın, ihmal etmenin, daha doğrusu ona karşı ukalalık etmenin nasıl bir açıklaması olabilir? Çok çeşitli siyasî, sosyal, ekonomik, askerî,… sebeplerle İslam Dünyası’nın içine düştüğü zillet durumunu korkunç bir kolaycılıkla “Din anlayışının yanlışlığı” ile etiketlemek hangi makul ve muteber gerekçeye dayanabilir? Buradan hareketle “gelenek sorgulaması” adı altında kendi geçmişinin üstünü çizmek, varoluş imkânlarını budamak demektir. Zira bunu yapanlar, modern değerleri esas alarak yola çıkmak suretiyle daha baştan “yeni bir aidiyet”i hedeflediklerini ortaya koymuş oluyor. Bu “yeni aidiyet”in ise, kendisiyle asırdaş olmamız dışında bizimle hiçbir bağlantısı, alakası mevcut değil…
Bunu yapanlar pekala biliyor ki, İslam’ı “ahlaki değerler”e indirgemenin bir tek yolu vardır: Din’i kendi Kur’an anlayışından ibaret görmek/göstermek! Onun için söylemin merkezinde Kur’an vurgusu yer alıyor. Son zamanlarda yaşadığımız “meal patlaması” hadisesinin tek makul açıklaması budur. İnsanları “Allah Kelamı”na çağırıyor görüntüsü altında herkesin kendi Kur’an anlayışına çağırması, çağın en ölümcül hastalığı durumunda. Ehl-i Kitab’ın akıbetinden nesh meselesine, Sünnet’e ittibanın mahiyetinden kadınla ilgili “problem”lere, hadd cezalarından başörtüsüne, Dinlerarası diyalogdan vahyin mahiyetine kadar üzerinde bir türlü anlaşma sağlanamayan meselelerin tamamı farklı Kur’an anlayışlarının ürünü değil midir? Bunlar ve benzeri meselelerde taraflardan hangisinin Kur’an anlayışının doğru olduğuna kim karar verecek?..
Rıhle bunun bir “arıza durumu” olduğu tesbitinden hareket etti bu sayısında. Meal merkezli bir Kur’an anlayışının bizi götürebileceği tek adresin “kaos” olduğunun altını, gerekçelerini de ortaya koyarak kalın çizgilerle çizdi.
Talha Hakan Alp (Daru’l-Hikme), Prof. Dr. Tahsin Görgün (İSAM), Dr. Serdar Demirel (Malezya Uluslar arası İslam Üniversitesi), Prof. Dr. Selahattin Sönmezsoy (Yüzüncüyıl Üniversitesi), Murat Türker, Yard. Doç. Dr. Faruk Gürbüz (Erzincan Üniversitesi), Dr. Şevket Kotan, Doç. Dr. Orhan Atalay (Atatürk Üniversitesi) bu sayıya katkıda bulunanlar arasında yer alan isimler. S.Ü. İlahiyat’tan Prof. Dr. Mustafa Tavukçuoğlu, Katar Üniversitesi’nden Doç. Dr. Abdülhamit Birışık, Şam Üniversitesinden Dr. Abdülkadir Hüseyin bu sayının “Soruşturma”sını üstlendi. Ayrıca “İntikad” bölümünde Tahir Tural’ın A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Akbulut’a yönelik bir tenkidi ile bendenizin, Mustafa İslamoğlu’nun Hayat Kitabı Kur’an adıyla neşredilen meal çalışması hakkındaki bir yazısı yer aldı.
“Zannedilir ki, Kur’an’a bir hitab-metin olması dolayısıyla anlam idhali kolaydır. Ona zorla bir şey söyletmek mümkündür, kendisine mâna yüklemeye ve önyargılara maruz bırakmaya ses çıkarmaz. Bu kısmen yaygın bir kanaattir, fakat doğru değildir. Kur’an tıpkı canlı bir bünye gibi kendisinden olmayanı ve bünyesine uymayanı kabul etmemektedir. Meal olarak, tefsir olarak, tevil olarak, dil, fıkıh ve kelâm yoluyla bir biçimde zorlayarak dahil edilse bile zaman içinde bünyesine uymayan o şeyi bir biçimde kendisine inşâ olmak için teslim olan selim akıl sahiplerine “Bu benden değil” diye ifşa etmektedir. Tefsir tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.”
Mealinin giriş kısmında bunları söyleyen İslamoğlu, bu tesbitin doğru kabul edilmesinin kendisine sağlayacağı birtakım avantajlar olabileceğini düşünmüş olmalıdır. Ne var ki sahibine, “yaptığım işin yanlış olması mümkinattan değil” deme imkânı sunduğu düşünülen bu satırlar, sudur ettiği kalemi tutan ele de raci olmak durumundadır zorunlu olarak. Eğer önyargısız okumayı başarabilirse söz konusu tenkidi, kendi uhrevi selameti için bir katkı, daha doğrusu bir “uyarı” olarak algılayabilecektir…
Birbirinden değerli katkılarıyla Rıhle’nin bu anlamlı yolculuğunda başından beri bizi yalnız bırakmayan ve gönüllü katkılarını, desteklerini esirgemeyen bütün yazarlarımıza bir kere de huzurunuzda ayrı ayrı teşekkür etmeyi zevkli bir görevin ifası sayıyorum. Rabbimin izn-i keremiyle nice 4. sayılarda buluşmak üzere…
Milli Gazete – 9 Mart 2009