Modern hayat ne yazık ki Müslümanları da pozitivist bir düşünme ve algılama zeminine savurdu. Elimizle dokunmadığınız, gözümüzle görmediğimiz şeylerin olabileceğini teorik olarak söylüyoruz belki, ama öyle bir alemin varlığını benliğimizde “hissediyor muyuz” desek, sesimiz o kadar gür çıkmayacak…
Elbette genelleme yaparak “hepimiz böyleyiz” demenin gerçekliği yok. Benliğini dünya hayatın taalluklarından sıyırmaya, hakikatle hayali “hissederek” tefrike muvaffak olanlar her zaman oldu, bugün de var. Ama bugünün bir farkı var: Bizi çepeçevre kuşatmış bulunan sahtelik ve sanallık, pek çoğumuz nazarında hakikatin, nesneler dünyasına, gördüğümüz/dokunduğumuz eşya merkezinde algılanmasına sebebiyet veriyor.
Bu söylediğimin Ramazan bağlamında sağlamasını yapmak çok zor değil. Ramazanın rahmet ayı, bereket ve mağfiret ayı olduğunu söylüyoruz; ama orucun, teravihin, iftarın ve sahurun, “şeklî/maddî” unsurları dışarıda bıraktığımızda bizim için ne ifade ettiği sorusunun cevabını verebilecek cesaretimiz var mı?
Söz gelimi iftarımızı mükellef sofralarda yapma alışkanlığından sıyrılıp, ekmek-peynirle oruç açmayı deneyebilir miyiz? Oruç aynı oruçtur, iftar vakti aynı vakittir; yani bereketin kaynağı olan vaktin kendisinde bir değişiklik yoktur. Ama bizdeki oruç ve iftar algısını önemli ölçüde “damağımızdaki lezzet” oluşturduğu için, sanki mükellef sofraların bizi beklemediği iftarlarda bir şeyler yarım kalıyor, yerini bulmuyor değil mi?.. Oysa belki de “iftarın bereketi” adına mükellef sofralarda aradığımız şey, birkaç hurma ve bir bardak sudadır?!..
Aynı durumu oruçlu olduğumuz vakitler için de bahse konu edebiliriz. Oruç mevsimi geldiğinde hayatımıza bir rehavet gelir; hareketlerimiz yavaşlar. Oysa asr-ı saadette oruç ayı hareket ayıydı. Bedir savaşı, Mekke’nin fethi gibi büyük dönemeçler oruçluyken dönülmüştü. Yani ramazan hem nefisle, hem de düşmanla cihadın mevsimiydi…
Ramazanın, şeytanların bağlandığı bir ay olduğu hakikatinin hayatımızdaki iz düşümü hakkında neler söyleyebiliriz? Gerek insî gerek cinnî şeytanların Ramazan’da yakamızdan düştüğünü, orucumuza ve Ramazan algımıza hiçbir şekilde musallat olmadığını söyleyebiliyor muyuz?
Mukabele okurken/dinlerken meleklerin de bizimle birlikte olduğunu gerçekten hissedenlerimizin adedi ne kadardır?…
Şunu inkâr etmiyorum: Ramazan gediğinde sanki aramızda bir şahs-ı manevinin varlığını hissederiz. Kolektif bir heyecan ve şuur yaşarız. Bu ayda kendimize çeki düzen verir, orucumuza ve sair ibadetlerimize daha bir dikkat eder, hayr-u hasenatı artırır, günahlardan elimizden geldiğince uzak dururuz.
Bütün bunlar, inkârı mümkün olmayan gerçekler. Ama bunlarla Ramazanı bütün benliğimizde bir “hal” olarak yaşamak arasında fark bulunduğunu da inkâr edemeyiz.
Kısmet olursa bu köşeyi Ramazan boyunca “Ramazaniyyat”a tahsisle, elimizde bulundurduklarımızın idrakine ve kaybettiklerimizin izini sürmeye çalışacağız.
Ramazan bütün Ümmete hayır ve bereketler getirsin, hasenatımızın çoğalmasına, seyyiatımızın mahvına vesile olsun. Açlıkla, yoklukla, esaretle, savaşla imtihan edilenlerimiz kadar, varlıkla ve refahla imtihan edilenlerimizin de affına, tevfikine ve kurtuluşuna vesile olsun.
Milli Gazete – 31 Temmuz 2011