Artık mübarek günlere “elveda” demenin hüznünün üzerimize çöktüğü günlerdeyiz. Bugün-yarın derken koca bir ay geldi ve geçti…
Uzun yaz günlerine denk gelmesine rağmen sanki bizi yormamak için özel bir hassasiyet gösterdi Ramazan. Kiminle konuşsak aynı kanaati paylaşıyor. Bir kuş tüyünün tenimize dokunması gibi.. Öylesine hafif, öylesine tekellüfsüz.. Rabbim eksiğiyle noksanıyla kabul buyursun.
Son birkaç yıldır medyanın ecinnilerin tasallutundan kutlumuş olmasının verdiği bir huzur ve dinginlik de var elbette. Teravih ve saire üzerinde çıkartılmak istenen tartışmanın çok da umursanmadığı açık bir şekilde belli. Kim ne derse desin insanımız camileri doldurdu, teravihini aksatmamaya özel bir önem verdi.
Bu uzun yaz günlerinde Ramazanın feyiz ve bereketinden hissedar olmayı, sabırla, namazla, tevbe-istiğfarla iç dünyasını Ramazan kıvamına getirmeyi bilenler için Ramazan sonrası bütün bir sene inşaallah böyle devam edecek. Ramazana hakkını verip de Ramazan sonrası ona hiç yakışmayan bir hayata ram olmak izahı mümkün olmayan bir savruluştur elbette…
Gerek bireysel mükellefiyetlerimize, gerekse bir arada yaşadıığımız insanlara dönük sorumluluklarımızda Ramazan orucu tutmuş olmanın bir etkisi, yansıması olması son derece tabiidir.
Bilhassa mekânları birbirine yaklaştıran, hatta bitiştiren, ama insanları aralarına görünmez duvarlar örerek birbirinden koparıp uzaklaştıran moderniteye inat Müslümanlığımızı hayatın her alanına taşıyarak Ramazanı, teravihi, Kadir gecesini idrak ve ihya etmiş mü’min tavrını her alanda görünür kılmak kesinlikle bir “lüks” gibi algılanmamalıdır. Eşyanın tabiatı bunu gerektirir.
Farkında olalım ya da olmayalım, iç dünyamızın şekillenmesinde dışarıdan aldığımız etkiler ve toplumsal ilişkilerimizin büyük bir payı var. Bu bakımdan insanlarla münasebetlerimizin tarzına, mahiyetine çok iyi dikkat etmek durumundayız. Ramazanın bize öğrettiği paylaşma, halden anlamı, kırıp-dökmeme, nezaket ve hassasiyet elbette doğrudan insanî ilişkilerimize bakar, orayı tamir özelliği taşır.
Bu noktalarda bir zaaf içindeysek Ramazanın bizde beklenen, arzu edilen dönüşümü gerçekleştirdiğini, ya da daha doğru bir ifadeyle bizim Ramazandan arzu edilen hisseyi aldığımızı söylemek elbette mümkün olmaz.
Ramazanda oruçluyken yanlış bir davranışla karşılaştığımızda “ben oruçluyum” diyerek alttan almak, karşılık vermemek nasıl oruçlu olma hassasiyetini yansıtıyorsa, Ramazandan sonra da bu tavrı devam ettirmek de Ramazandan gerekeni almış insanın tavrı olarak tebellür edecektir.
Tam da burada zikredilmesi gereken bir rivayeti aşağıya alıyorum:
Efendimiz (s.a.v)’e, “Ya Resulallah, komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir?” diye sorulmuştu;
Şöyle açıkladı: “Senden borç isterse borç vermen, yardım talip edince yardım etmen, hastalanınca ziyaret etmen, muhtaç olunca ihtiyacını görmen, fakirleşince yardım etmen, bir hayra kavuşunca tebrik etmen, musibete teselli etmen, vefat edince cenazesine katılman, izni olmadıkça binanı onun binasından daha yüksek yapıp rüzgârına/havasına mâni olmaman, çorbandan az da olsa ona da göndermek sûretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemen. Bir meyve satın alınca ona da hediye et, eğer bunu yapmazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice taşı. Onu, çocuğun da dışarı götürüp (dışarıda yiyip), komşunun çocuğunu kıskandırmasın/kinlendirmesin.”[1]el-Beyhakî, , Şu’abu’l-Îmân, VII, 83.[2][kapak fotoğrafı: © fotokritik]
Milli Gazete – 28 Ağustos 2011