1954 yılında ünlü Hristiyan müsteşrik Alfred Guillaume, İslam Tetkikleri Enstitüsü’nün davetlisi olarak Türkiye’de “Garpte İslam Tedkikleri” başlıklı bir seri konferans vermiştir. Adı geçen Enstitü’nün neşrettiği dergide tercümesi neşredilen bu konferansların ilkinin girizgâhında Guillaume, Batı’da İslam araştırmalarını yürüten bilim adamlarının iki grup olduğunu ve bunların ilkini, “Din olgusunu beşer ürünü olarak görenler”in oluşturduğunu söyler. İkinci grup ise tabir yerindeyse “inançlı” (Hristiyan) araştırmacılardan oluşmaktadır.
İlk grubun dine karşı tavrı belli olduğu için dinî araştırmalarda varacakları netice de üş aşağı beş yukarı bellidir. İkinci gruba gelince, kendisini de büyük ölçüde bu grup arasında değerlendiren Guillaume’ın, bu grubun Mukaddes Kitaplar’a bakışı hakkında söyledikleri şöyle:
“1- İlham edilenler, kitaplar değil, insanlardır.
“2- İnsanlar hataya maruzdurlar. Bu sebeple yazıların, Mukaddes Kitaplar’ı tertip edenlerin bilgi eksikliğinden doğan hataları ihtiva etmeleri tabiidir.
“3- Peygamberlerin yazdıkları kendi zamanlarını aksettirir.
“4- Allah peygamberlerle, kelimelerle değil fakat onların beşerî zihinlerine bir vahiy ile hitap etmiştir ve insan zihni bu tebliği, fert olarak peygamberin ifade şekline göre tertip etmeye zorlanmıştır.
“5- Dinde, benimsenmesi için insanın çapına göre derecelerle nakledilmiş bulunan bir tekâmül vardır.
“6- Dinde, umde ve telkinlerin bazıları geçici bir manaya sahiptirler. Halbuki varlıktan ve Allah’ın mükemmel tabiatından bahseden diğerleri, adalet, merhamet, aşk ve iyilik hakkındaki ahlakî emirler kadar ebedîdirler.”
“İnanan” oryantalistlerin bu bakış tarzının, İslam dünyasında pek çok modernisti çok kısa bir zamanda cezbetmiş olmasındandır ki, anlı şanlı modernistlerimiz bu fikirleri “mutlak doğru” olarak telakki edip fotokopilerini çekerek biraz makyaj çalışmasıyla ve ufak-tefek rötüşlarla İslam dünyasının gündemine servis etmişlerdir. Ancak burada küçük bir “alicengiz” oyunuyla bu fikirleri kendi keşifleri gibi takdim ettiklerini de not etmemiz gerekiyor.
Peygamber’i, “Kitab’ın yazarı” olarak gören bu tarihselci anlayışın vardığı nokta şudur: Kur’an’da Jonah peygamberin adının Yunus olarak zikredildiğini gördüğümüzde, bu ismin muhakkak surette bir Yunan kaynağından alınmış olduğunu anlayabiliriz. Zira Jonah peygamber yaşadığı dönemde ne kendisi ne de kendi halkı, sonunda bir “s” bulunan bir ismi işitmemişlerdir.
İşte bu zihin yapısının İslam dünyasına aynen ithal edilmesiyle Modernistler’in Din hakkında ürettiği fikirler de kaçınılmaz olarak ortaya “parçalanmış” bir din çıkaracaktır. “Yeni bir din telakkisi” gibi lafların ortalıkta dolaşması, İslam’ı, beşer müdahalesine bu derece açık hale gelmesinin, ancak tahrif edilmiş olmasıyla izah edilebilecek Hristiyanlık derecesinde algılayan bir düşünce biçiminin sonucudur.
10 Ağustos 2002 – Milli Gazete