Özdemir İnce gibilerin hoşuna gitse de gitmese de bu ülke vatandaşlarının kahir ekseriyeti Müslümandır. Müslümanların İslam’la ilişkisini, Hristiyanların veya başka din mensuplarının kendi dinleriyle ilişkisine benzetmek, meseleyi böyle algılama ısrarında olmak yanılgıdan ve sukut-i hayalden başka bir şey getirmez!
İslam modernistlerinin veya “Din’de reform/Dinî yenilenme” taraftarlarının anlayamadığı da burası. Şurada burada lokal hareketler/oluşumlar vücut bulmuş ve Cemaleddin Efganî veya Musa Carullah Bigiyef gibi isimlere “İslam’ın Lutheri” gibi yaftalarla büyük umutlar bağlanmış olsa da, bu dinin “çakma Luhter”ler eliyle reforme edilmesi düşüncesi hiçbir zaman sahici bir zemin bulmamıştır, bulamayacaktır…
Dolayısıyla İnce, Müslümanlara dinlerini öğretmek gibi talihsiz ve beyhude girişimlerde bulunmaktansa, mensubu bulunduğu milletin Müslümanlığını içine sindirmeyi denemelidir.
Bu ülkede başörtülü kadınların/kızların sayısının artması, İmam Hatip veya İlahiyat mezunlarının kamuda görev alması gibi hususlar aslında “eşyanın tabiatından” olduğu halde, kendisinde bu milleti “hizaya sokmak” gibi bir görev vehmedenlerin bu durumu “kaygı verici” olarak görmesi “anlaşılabilir” ise de, kesinlikle “normal” değil. Onlara “bireysel özgürlükleri” hatırlatmanın faydası yok. Zira onlar bundan sadece “kendi özgürlüklerini” anlıyorlar. Ama en azından bu milletle aralarında bir “mensubiyet” hissi olmasını bekliyor insan… Bu çok mu anormal?!..
Bu insanlar dışarıdan gelmediğine, bu milletin öz evlatları olarak burada doğup büyüdüklerine ve hayata katıldıklarına göre yapılması gereken nedir? İnce ve onun gibi düşünenlere göre bu insanların sayısının artmaması gerekiyor. Bunun için ya onlara din öğretmeli, ya da bir yolunu bulup bu insanları ülke dışına sürmeli! İkincisine gücü yetmediği için İnce, ilkini yapmayı deniyor/tercih ediyor anlaşılan…
Anadolu’nun neresine giderseniz gidin; insanlar, eşlerinin, kızlarının… yabancı bir erkeğin yanında yolculuk etmesini doğru bulmazlar. Bizim örfümüz, adetimiz, inancımız ve kültürümüz budur. Bu milleti “adam etmeyi” kafasına koymuş toplum mühendisleri çok uzun zamandan beri bu durumu “geri kalmışlık”, “irtica”, “geri kafalılık”, “az gelişmişlik”… gibi imajinatif gücü hayli yüksek tabirlerle nitelemeyi tercih ediyor sanıyor. Oysa bunun adı “suyu yokuşa akıtmaya çalışmak”tır. Sovyetler bunu 70 sene demir yumrukla yapmayı denediler; sonuç ortada… O zihniyet Din’in bireysel hayata “tıkılması”ndan da tatmin olmadı; insanların vicdanlarını, hafızalarını dahi dizayn etmeye çalıştı.
Tam bu noktada, “Kurumlaşmış, örgütlenmiş kitlesel din ile faşizm arasında kaç adım yol vardır?” diyen İnce’ye ben de buradan sorayım: Tarihin çöplüğündeki yerini çoktan almış olan “demir yumruk” zihniyetiyle kurumlaşmış, örgütlenmiş “din alerjisi” arasında nasıl bir “ideolojik nesep ilişkisi” vardır?
Gelelim İnce’nin ulemaya yönelttiği “İnsanlar din karşısında düne göre daha özgür mü, değil mi?” sorusuna. Bu tarz bir soruyu zihinde kurgulamak için insanın “çelişkilerden oluşan” bir düşünce sistemine sahip olması gerekir! Zira bir dine samimi olarak inanan insan, zaten kendisini o dinin kurallarıyla gönüllü olarak “sınırlamış”, o dinin kurallarına uymayı kendi iradesiyle kabullenmiş demektir. (Bunu İnce gibilerin “hissetmesi”ni beklemek elbette doğru değil; ama en azından “anlayabileceklerini” düşünebiliriz!) İnsanı kendi inançlarından özgürleştirmek gibi bir garabet ancak Hitler ya da Mussolini gibi hastalardan sadır olabilir. Dolayısıyla İnce’nin kasdettiği böyle bir şey olamaz!
Geriye şu ihtimal kalıyor: Burada, “bir dine inanmayanların o din karşısındaki özgürlüğü”nden bahsediliyor olmalı! İyi ama bu diğerinden de saçma! Hangi Müslüman, bir gayrimüslimi “İslamî davranmaya” zorlamış ki! Kimin böyle bir hakkı ve yetkisi olabilir?..
Sonuç olarak;
İnce’nin söz konusu yazıda dile getirdiği hadiseler gerçekten vuku bulmuş mudur, ya da anlatıldığı gibi mi vuku bulmuştur, bilemiyoruz. Ama diyelim ki öyledir. Buradan “teokrasiye doğru giden bir Türkiye” fotoğrafı çıkarmak gerçekten anlaşılabilir bir şey değil. Hem de Başbakan’ın Mısır’daki konuşması hala kulaklarımızda çınlıyorken…
Milli Gazete – 3 Ekim 2011