Yüce Kitabımızda oruç ibadetinin birkaç farklı bağlamda geçtiğini biliyoruz. Bunlardan birisi, Ramazan orucunun farz kılındığını bildiren ve onunla ilgili bazı hükümleri dermeyan eden 2/el-Bakara, 183 ve devam eden ayetler grubunun oluşturduğu bütündür. Bir diğeri oruç bağlamında geçmiş kavimlerden küçük kesitler sunan ayetlerdir. Ve nihayet orucun “keffaret” olarak zikredildiği ayet-i kerimeler bir başka bağlamı oluşturmaktadır.
Bu yazının esas konusunu 2/el-Bakara 183 ve devam eden ayetler oluşturacak ise de, diğer bağlamlara da kısaca göz atmakta fayda var:
2/el-Bakara, 51 ayet-i kerimede, “Hani biz Musa ile kırk gece için vaat vermiştik…” buyurulur. 7/el-A’râf, 142. ayette de “Ve Mûsa ile otuz geceye vaadleştik ve onu bir on ile tamamladık, artık Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu…” şeklinde haber verilir. Tefsirler, Hz. Musa (a.s)’ın bu 40 günü oruçlu geçirdiğini naklederler.
Bu oruç sadece Tur’daki o vaade mahsus mudur, yoksa ondan sonra da devam etmiş midir. Kur’an-ı Kerim bu konuda bize herhangi bir bilgi vermiyor.
19/Meryem, 26. ayet-i kerimede Hz. Meryem (r.anha) validemizin, Hz. İsa (a.s)’a hamile iken yaşadığı mucizevi olaylar anlatıldıktan sonra, “«Artık ye ve iç, ve gözün aydın olsun, imdi insanlardan bir kimseyi görürsen, ‘Ben Rahmân için oruca nezrettim. Artık bugün hiçbir insan ile asla konuşmayacağım,’ de” buyurulur.
Buradaki orucun mahiyetiyle ilgili olarak tefsirlerimizde Sahabe-i Kiram’dan itibaren müfessirlerin farklı değerlendirmelerde bulunduğunu görüyoruz. Bazıları bunun bir “konuşmama orucu” olduğunu söylemiştir. Yani Hz. Meryem (r.anha) validemiz, babasız bir çocuk doğurmak gibi son derece olağan dışı bir hadise yaşamıştır ve bu durumu farklı yorumlayıp kendisine bununla ilgili soru sorabileceklere mukabele etmemesi, cevap vermemesi emir buyurulmuştur.
Bir diğer tefsir de buradaki orucun, gerçek oruç olduğu ve o dönemde oruç ibadetinin aynı zamanda “konuşmama”yı da ihtiva ettiği şeklindedir.
Yukarıdaki iki ayet-i kerime, bizden önceki ümmetlerde oruç ibadetinin mevcudiyeti ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de yer alan iki temel veridir. Ancak dikkat edilecek olursa bu ayetler, umumî bir vasıf taşımamakta, sadece Hz. Musa ve Hz. Meryem (ikisine de selam olsun) ile ilgili iki özel hükmü/durumu ifade etmektedir.
Dolayısıyla, “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekiler üzerine farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ta ki takvaya eresiniz” mealindeki 2/el-Bakara, 183. ayette haber verilen durumla, yani orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınışıyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de açıklayıcı bir bilgi bulunmamaktadır. Acaba onlara farz kılınan oruç; süre, mahiyet ve ahkâm olarak bizimkiyle aynı mıydı? Bu konuda hadislerde de detaylı bir açıklama bulamıyoruz.
Bu durumda geriye Yahudi ve Hristiyanların elde mevcut kitaplarına bakmaktan başka seçenek kalmıyor. Ehl-i Kitab’ın kitaplarında (Tevrat ve İncillerde) oruçla ilgili muhtelif bağlamlarda pasajlar, cümleler mevcuttur. Bu noktanın detayını bir sonraki yazıda göreceğiz.
Oruçla ilgili olarak Kur’an’da yer alan –33/el-Ahzab, 35, 66/et-Tahrim, 5 gibi– diğer ayetlere baktığımızda ilk dikkatimizi çeken, bu ayetlerin “mü’minlerin vasıflarını” anlatan ayetler olduğudur. Bu da oruç ile iman arasındaki kopmaz bağı nazara veren bir husus.
58/el-Mücadile, 4 ayetinde farklı bir durum görüyoruz. Bu ayette oruç, “zıhar keffareti” bağlamında zikrediliyor.
Milli Gazete – 8 Ağustos 2011