2/el-Bakara, 184. ayetinde orucun “sayılı günler”de tutulacağı ifade buyurulduktan sonra, hasta veya yolcu olanların, bu hallerinde tutamadıkları orucu hastalık ve yolculuk durumu geçtikten sonra kaza edecekleri hükme bağlanıyor.
Aynı ayet içinde “Ve alellezîne yutîkûnehû fidyetun ta’âmu miskîn” buyuruluyor. Elmalılı merhumun meallendirmesiyle, “Ona dayanıp kalacaklar üzerine de fidye: bir miskin doyumu.”
Bu ayet üzerinde müfessirlerin uzun boylu yorumları var. Buradaki “yutîkûnehû” ifadesinin ne anlama geldiği, Sahabe (r.anhum) döneminden itibaren ulemanın kavilleri zikredilerek aktarılmış. Bu kelimeyi “güç yetirmek” şeklinde anlarsak, hemen arkasından gelen “Bununla birlikte oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” buyurulması dolayısıyla ortaya şöyle bir anlam çıkar: Sizden oruç tutmaya güç yetirenler oruç tutmadıkları takdirde fidye vermekle yükümlüdür. Ancak oruç tutmaları onlar için daha hayırlıdır.
Kelime böyle anlaşıldığında ortaya bir muhayyerlik durumu çıkmaktadır. Bu durumda oruca güç yetirebilen herkesin isterse fidye vermeyi tercih ederek oruç mükellefiyetinden kurtulabileceği gibi garip bir sonuçla karşı karşıya bulunuyoruz demektir. Zir hem “oruç size farz kılındı”, hem de “dilerseniz tutmayabilirsiniz” demenin bir anlamı yoktur.
Onu bu şekilde anlayanlar (bugünlerde yine arz-ı endam ettiklerini gördüğümüz malum taife gibi), “50 yaşından sonra Allah’la yarışmayın, sağlığınızı tehlikeye atmayın ve oruç tutmak yerine fidye vererek işinize bakın” diyorlar…
Müfessirler, kelimenin bu şekilde anlaşılmasının mümkün olduğunu söyleyenler bulunduğunu haber veriyor ve fakat hemen arkasından şunu da ekliyor: “Bu muhayyerlik durumu, Ramazan orucu ilk farz kılındığı zaman mevcut iken, bilahare nesh edilmiştir.”
Dolayısıyla artık ayetin bu ifadesine dayanılarak oruca güç yetirebilenlerin fidyeyle kurtulabileceğini söylemenin hiçbir gerekçesi yoktur.
Kaldı ki, söz konusu “yutîkûnehû” kelimesini “zar zor güç yetirenler, orucu zorlanarak tutanlar” anlamına hamletmek dil zevkinin, ayetlerin siyak-sibakının ve rivayetlerin ortaya koyduğu bir mecburiyettir. Sahîh-i Buhârî‘de ve sair kaynaklarda İbn Abbâs (r.a)’ın, ayetin nesh edilmediğini, söz konusu kelimenin ise oruca takat yetiremeyecek derecede yaşlı ve hasta olanları anlattığını söylediği nakledilmektedir. Bu kavil Hz. Ali ve İbn Ömer (r.anhuma) gibi sahabîlerden de nakledilmiştir.
Dolayısıyla söz konusu kelime, çok yaşlı kimseleri, çok zayıf kimseleri ve iyileşme ihtimali bulunmayan hastaları anlatmaktadır demek en doğrusudur.
Bir sonraki (185.) ayette de “Sizden her kim Ramazan ayında hazır bulunursa oruç tutsun” buyurulmak suretiyle evvelki ayette geçen “yutîkûnehû” kelimesinden kaynaklanabilecek ihtilafın sürdürülmesi kesin bir şekilde imkânsız kılınmış olmaktadır. Nesh ihtimali kabul edilse bile, 185. ayetin mutlak emir ihtiva eden bu ifadesi tartışmayı kesin biçimde bitirmektedir.
İmam Ahmed, Ebû Dâvud ve daha başkalarının rivayet ettiğine göre Mu’âz b. Cebel (r.a) namaz ve orucun nihai şeklini alana kadar üç evreden geçtiğini söylemiş ve söz konusu evreleri şöyle zikretmiştir:
Namaz: 1) Önceleri Beyt-i Makdis’e doğru kılınırdı. Sonra kıble Kâbe olarak değiştirildi. 2) Önceleri namaz için cemaat birbirini muhtelif şekillerde çağırırdı, bilahare ezan teşri kılındı. 3) Önceleri cemaate geç gelen kişi, namazdakilere kaç rek’at kıldıklarını sorar, onlar da namaz içinde cevap verirdi. Sonra bu kaldırıldı, yerine, namaza geç gelen kişinin yetiştiği rek’atları imamlar birlikte kılması, yetişemediği kısımları ise sonradan eklemesi uygulaması getirildi.
Oruç: 1) Efendimiz Medine’ye geldiğinde her aydan üç gün, bir de Muharrem orucunu tutardı. Sonra Ramazan orucuyla bunlar nesh edildi. 2) Ramazan orucunda önceleri dileyen oruç tutuyor, dileyen fidye veriyordu. Sonra bu nesh edildi ve mukim ve sıhhatli kimselere oruç kesin bir şekilde farz kılındı. Yolculuk ve hastalık durumlarında kaza, yaşlılık durumunda ise fidye uygulaması getirildi. 3) Ramazan ayında gece uyuduktan sonra bir şey yemek ve içmek yasaktı. Bu da nesh edildi ve gece yemek-içmek ve cinsel ilişki serbest kılındı. (İbn Kesîr, I, 289.)
Milli Gazete – 15 Ağustos 2011